
- 30-08-2014
- 0 yorum
- 3770 okunma
Bugün Müslüman toplumlar, zıt yönde onları çekiştiren iki etmenin sıkıntısını yaşıyorlar. Bir yandan, Müslüman kültürlerin büyük bir bölümü, örneğin ileri teknoloji ve şehir planlamacılığında olduğu gibi kültürel bakımdan yıkıcı ‘modern’ eğilimlerin saldırıları karşısında toptan yok olma tehdidiyle karşı karşıya iken, öte yandan, taşlaşmış geleneğin doğurduğu atalet, Müslüman toplumları boğmakla tehdit ediyor. Bu düşman hayat tarzlarının yarattığı gerilim, Müslüman’ın kişiliğini derinden etkiliyor. Gerçekten de gerginlik, bugün öyle bir noktaya ulaşıyor ki, Müslüman entelektüellerin Müslüman’ın kişiliğini korumak ve yakın geleceği kurtarmak için adım atmaları kaçınılmaz sorumluluk haline gelmiştir. Özellikle, Müslüman âlimlerin acilen dikkat kesilmeleri gereken dört görev vardır:
·Sevgili Peygamberimizin hayatı, yani Siret, Müslüman bireyler ve toplumlar için daha anlamlı ve önemli kılınmalıdır.
·Müslüman toplumların İslam alanı içerisindeki seçenekleri keşfetmelerini sağlayacak akıl özgürlüğünü tadabilmeleri için, ‘kalkınma’ ve zihni köleleştiren başka benzeri kavramlardan kurtarılmaları gerekir.
·Artan hacı sayısının ortaya çıkardığı ihtiyaçları karşılamak için, Hacc alanlarının (içlerinde kutsal şehirler Mekke ve Medine’nin yanı sıra Mina, Arafat ve Müzdelife de bulunmaktadır) tamamen yıkılmaktan kurtarılıp doğru bir yöntemle korunması gerekmektedir. Hacc, büyük İslam dünyasının prototipi ve kalbidir; Hacc mekânları gerekli saygıyı görmeyip suiistimal edildiği zaman, bütün İslam dünyası bundan etkilenir.
·İslami araştırmalar, ‘dini araştırmalar’ adı altında yürütülen çalışmaların dar kalıplarından kurtarılmalıdır ve İslam’ın dinamik bir medeniyet inşa edecek araçlara eksiksiz olarak sahip olan evrensel bir dünya görüşü olduğu anlatılmalıdır ki Müslüman entelektüellerin ve âlimlerin gelecek nesilleri, İslam’ın tam da özünde var olan ve gelecekte de varlığını sürdürebilmesi için çok gerekli olan farklılıklarla ve karşılıklı bağımlılık olgusuyla başa çıkabilsinler.
Bu noktada Siret’i çağımızın ihtiyaçlarıyla ve ilerde karşılaşabileceğimiz ihtimallerle ilintili olarak değerlendirmek gibi önemli konuları tartışmak istiyorum.
Siret’ten Çıkarılacak Dersler
Siret literatürü, İslam’ın eşsiz bir kurumudur. Siret, hem tarih hem de biyografidir. Ancak bununla kalmaz, bir fıkıh kaynağı olmanın yanı sıra bir rehberlik kaynağıdır da. Müslümanlar, davranışlarını belirlemek ve Kur’an’ı anlamak için Siret’ten ilhamlar alırlar. Keza, Siret, İslam Şeriatı’nın ayrılmaz parçasıdır. Dolayısıyla, Siret, biyografidir, fıkıhtır ve ilgili her konuda kılavuzdur. Bu yüzden de, belirli bir zamanla kayıtlı değildir ve Müslümanın ideal davranış modeli ve Kur’an’ın ebedi ilkeleri ve emirlerini pratik bir kanıtı olarak daima değerlidir.
Siret, çoğunlukla, standart bir yöntemle yazılmıştır. Biyografi yazımı, Arap edebiyatının, çok güçlü olduğu bir alanda ve Siret yazarlarını Hz. Peygamberin ölümünün hemen ardından, kendilerini tamamen O’nun Siret’ini yazmaya adamaları doğaldı. Gerçekten de, sadece Hz. Peygamberin biyografisini yazmak için değil, ashabının yanı sıra çeşitli hadislerini nakleden ve bizzat Hz. Peygambere kadar götürülen bilginin nakledilmesinde önemli bir görev ifa etmiş olan ravilerin de biyografisini yazmak için yoğun bir çaba sarf edildi.
Siret üzerine yapılan klasik araştırmalar, konuya kronolojik olarak yaklaşmışlardır. Bu dönemde biyografilerin değeri, büyük ölçüde kronoloji kurallarına uygunluk ölçütlerine göre belirlendiği için, buna fazla şaşmamalıdır. İşte bu yüzden İbn İshak’ın1 sekizinci asrın ortalarında yayımlanan ünlü kitabı, Hz. Peygamberin doğumundan önce (ilk Müslüman yazarlarca “cahiliye dönemi” olarak tanımlanır) Arabistan’daki hayatın tasviriyle başlar ve şu konuları ele alır:
· Hz. Peygamberin doğumu, çocukluğu ve ilk evliliği
· Kur’an’ın ilk olarak nasıl vahy edildiği
· Mekke’den Medine’ye hicret
· Yönetici elite karşı mücadele
· Gazve ve seferler
· Hudeybiye Barış Antlaşması
· Son Hacc
· Hz. Peygamberin vefatı
· Yakın arkadaşı Ebubekir’in İslam’ın ilk halifesi olarak seçilmesi.
Hz. Peygamberin savaşlarının çoğu tarihte bir dönüm noktasına işaret ettiği için, İbn-i İshak, bunlara büyük önem verir. Fakat savaşlara yapılan bu vurgunun bir nedeni de, Arabistan’da çok popüler olan ve meğazi olarak bilinen bir yazım tarzının o dönemde etkili olmasıydı. Bundan dolayıdır ki, kronolojik tarih ve meğazi olarak yazılan biyografiler, Siret’in yazılmasında başlıca modeller oldular.
Başucu Kaynağı Olarak Siret Kitapları
İbn-i İshak, İbn-i Hişam, İbn-i Şa’d, El-Vakidi ve diğer birçok ilim adamı gibi ilk dönem siyer yazarları için, Müslüman topluma Hz. Peygamberin hayatının temel ayrıntılarını anlatmanın en basit ve en doğru yolu, Siret yazımıydı. Buradaki asıl amaç, Hz. Peygamberin ne yaptığını anlatmaktı ve asıl önemsenen şey de, bir Müslüman’ın O’nun örnekliğini takip edebilmesi için, Onun nasıl bir yaşam sürdüğü konusunda detaylı bilgi vermekti. Evet, bu eşsiz hayat hikâyesini ayrıntılı ve titiz bir şekilde anlatma konusunda birçoğunun yaptığı, tam olarak bu idi. Aslında klasik biyografi yazarları, amaçlarına ulaşma bakımından son derece başarılıydılar. Onlar, bize temel bilgi olmak bakımından güvenilir bir külliyat bırakmakla kalmadılar, eserlerini yazdıkları kültürel ve teknolojik ortam Hz. Peygamberin zamanındakinden çok farklı olmadığı için, O’nun hayatının toplumun ilgi duyabileceği şekilde anlatmayı da başardılar. Bundan dolayıdır ki, İslam’ın ilk döneminde Müslüman toplum için Hz. Peygamber, sadece yakın tarihin bir gerçeği değildi, her hareketi ashabın davranışını biçimlendiren canlı bir mevcudiyetti.
Bununla birlikte, 1200 yılı aşkın bir geçmişi olan klasik Siret literatürü, ilk dönem Müslümanlarının üzerinde bıraktığı etkinin aynını modern insanda bırakmaz. Biyografinin dini onlarla ilişkilendirdiğinde ve bu gerçekleri yaşamına aktarmak için kullanacağı yollar açık olduğunda bir anlam ifade eder. Modern dönem Siret yazarlardan, Hz. Peygamberin hayatını, kabul edilebilir ve modern yaşamla ilgisi kurulabilecek bir dil ile anlatmaları istenebilir. Ama maalesef, modern yazarlar, garip ama zorlayıcı bir neden yüzünden Siret yazma konusundaki klasik yönteme saplanıp kalmışlardır. Ve sonuç şu olmuştur: Hz. Peygamberin hayatının, bugünün Müslümanlarının büyük çoğunluğu için hiçbir sahici anlamı yoktur.
Bundan dolayıdır ki, modern dönemde yazılmış Siret kitaplarının çoğu, Hz. Peygamberin hayatını, öncelikli ve üretim tarzı çağcıl Müslüman toplumlardan tamamen farklı olan bir toplum için yeni hiçbir şey söylemeden ve klasik yazarlarca daha önce vurgulanmış hususların tam tamına aynılarının altını çizerek, bir kronolojik hikâye şeklinde anlatmaktadır. Örneğin yaygın olarak okunan Hz. Muhammed: Kutsal Peygamber2 adlı kitapta, yazarın ‘cahiliye çağı’ dediği dönemden ‘Hicret’in On Birinci Yılı’na kadarki olaylar aktarılmaktadır. Kitap, üslubunda Viktorya dönemi İngilizcesinin alt-kıta versiyonunun en tipik örneği sergilendiği için, okunabilir olmaktan çok uzaktır. Ancak bundan ayrı olarak, yazar, anlattığı olayların veya Hz. Peygamberin davranışlarının bağlamlarını açıklamak ya da sahiden de anlattığı hikâyeden herhangi bir ders çıkarmak için hiçbir çaba göstermemektedir. O, sanki Hz. Peygamberi öldürmek için suikast planı yapan Kureyş kabilesinin 14 reisinin adlarını bilmek bir marifetmiş gibi, çok sıklıkla, sadece olan-biteni anlatmakla yetinmektedir.
Hz. Peygamberin Savunucuları
Modern Siret yazarlarının, benim ‘tepki sendromu’ adını verdiğim başka bir ciddi kusurları da vardır. Çağdaş Siret araştırmalarının birçoğu, çeşitli oryantalist suçlamalara cevap olarak yazılmış sinik savunmalar olmanın ötesine pek geçememiştir. Bilindiği gibi, Andrae’den Boswell’e, Carlie’den Goldziher’e, Margoliouth’tan Muir’e, Noldeke’den Sprenger’a, Watt’tan Weil’e kadar pek çok oryantaliste ait Siret çalışmaları mevcuttur. Tibevi ve Edward Said’in çok net bir şekilde gösterdiği gibi, Hz. Peygamber hakkındaki yazılan oryantalist eserlerin yazım stili, çoğunlukla, hem Müslümanların daha geri kalmış insanlar olduklarını, hem de Müslüman ülkelerin emperyalistler tarafından ele geçirilmesinin ve buraların siyasal olarak fethinin, gerçekte, daha üstün bir inanç ve akla sahip insanlar tarafından gerçekleştirildiğini kanıtlayacak şekilde planlanmıştı.3 Kaba yöntemler kullanan Hıristiyanlar misyonerler ve daha ustaca yöntemler kullanan oryantalistler, Hz. Peygamberin kişiliğini alay konusu yapmak için, Bazı konuları özel olarak seçip öne çıkardılar. Müslüman âlimlerin buna cevabı ise Siret’i özür dileyici bir üslupla savunmak oldu. Gerek misyonerlerin ve oryantalistlerin suçlamalarını inkâr ederken, gerekse de bunları meşrulaştırırken bu âlimlerin yaptıkları ancak biyografik hikâyeleri analiz ederken daha çok işe yarayabilecek olan ilmi enerjilerini boşa tüketmekten ibaretti.
En saygın Siret çalışmalarından ikisi, Şibli Numani’nin Urduca yazılmış altı ciltlik hacimli eseri Siretü’n-Nebi4 ve Muhammed H. Heykel’in Arapça yazılmış Hz. Muhammed’in Hayatı5 adlı eserleridir ve her iki yazar da, bu eserlerde, oryantalist suçlamalara cevap yetiştirme saplantılarının görece olumsuz etkilerini üzerinde taşımaktadır.
Şibli Numani’nin Siretü’n-Nebi’si, kuşkusuz, bütün dillerde yazılmış çağdaş Siret kitaplarının en iyisidir. Şibli’nin tek arzusu, on ikinci yüzyılda yaşamış Hal de Bert’ten o güne dek Hz. Peygamber üzerine yazmış olan her oryantaliste cevap yetiştirmekti. O, oryantalistlerin eserlerine cevap olarak hacimli bir kitap yazmayı planlıyordu ama bu eseri bitiremedi. Bu, bir bakıma, müessif bir durumdur, çünkü Numani, oryantalistlerin çalışmalarını derinlemesine tahlil ederken, lafı eveleyip gevelemeden söyleyen yetkin bir yazardır.
Örneğin, Margoliouth’un eseri hakkında şunları yazmaktadır:
“dünyadaki bütün yazılı kaynaklar içerisinde, yalanlar, bühtanlar, yanlış yorumlamalar ve yanlı ifadeler içermesi bakımından, onun Hz. Peygamber hakkında yazdığı biyografiyi geçebilmiş bir eseri hala yoktur. Onun tek üstünlüğü, dehasının gücüyle olsa gerek, en küçük kara lekeyi keşfetme imkânının olmadığı en açık ve temiz olaya en çirkin yaftayı yapıştırma maharetini göstermesidir.”6
Oryantalistlere saldırmak için çok zaman ve enerji harcadığı açık olsa da, Numani, abidevi, dengeli ve ders çıkarmaya yönelik bir Siret çalışmayı üretmeyi yine de başarmıştı. O, bunu, büyük ölçüde, sadece klasik Müslüman yazarlara dayandığı için yapabilmişti. İlk cildin ikinci yarsında, Hz. Peygamberin hayatı kronolojik olarak anlatılmakta ve katıldığı savaşların anlatıldığı ikinci cildin neredeyse tamamı da, klasik kaynaklara dayanmaktadır. Fakat Numani, geleneksel kaynaklara güvenirken, gelenekten ayrılmaktan da çekinmez. Öyle ki, devlet ve toplumun organizasyonu, ibadet şekilleri, insanları İslam’a davet etmekte kullanılan yöntemler gibi önemli konuları tartışmak için ayrı hacimli bölümler yazmıştır. Bu bakımdan, Şibli Numani’nin Siretü’n-Nebi’si, adeta eşsizdir. Otantikliği ve verdiği ayrıntıların zenginliği düşünüldüğünde, onun eseri, çağdaş Siret kitapları arasında gerçek bir dev eser olarak temeyyüz etmektedir.
Bununla birlikte, Heykel de, oryantalist yazarlara ilmi otoritesini göstermeyi çok istiyordu ve haliyle argümanlarını onların kavramlarına onaylatma baskısı altında dile getiriyordu. Net sonuç, Hz. Peygamberin hayatının aşırı derecede savunmacı bir üslupla anlatıldığı bir eserin ortaya çıkması oldu. Heykel yazılarında, “modern Batılı yöntemlerden yararlanarak geliştirilmiş bilimsel bir araştırma” yaptığını ve Siret’e yaklaşımının, “doğal bilimleri araştırmacısı”nın yaklaşımının adeta aynısı olduğunu söylemektedir.
Heykel’in Siret’inin ardındaki ana itici güç, oryantalistlerin “bühtanları”na, “haksız saldırıları”na ve “düşmanları”na kızgınlığıdır. Bu, çoğu kez, Hz. Peygamberin hayatındaki belirli olayları, bir oryantalistin ele aldığı şekilde değerlendirilmesine neden olmaktadır. Onun sık sık hedef aldığı kişilerden biri de, on dokuzuncu yüz yılda Hindistan’da görev yapan İngiliz memur William Muir’dir.7
Heykel ve Numani’nin oryantalizme yönelik kızgınlıkları, kısmen, yaşadıkları dönemle (ve ülkelerle) açıklanabilir. Hem Numani’nin yaşadığı Hindistan hem de Heykel’in yaşadığı Mısır o dönemde İngiliz işgali altındaydı. Her ikisi de, Batı’nın entelektüel hâkimiyetinin sorgulanmadığı bir dönemde, yazılarını savunmacı bir konumda yazıyorlardı. Ancak bu olumsuz şartlara rağmen onların Siret araştırmaları (yanı sıra Seyit Emir Ali’nin İslam’ın Ruhu8 adlı çalışması) Müslümanların hafızalarında büyük bir etki bırakmıştır. Eserleri, şüphesiz, özür dileyici bir üslupla kaleme alınmıştır ama bunlar kendi dönemleri için kahramanca girişimlerdir ve bunca zaman geçmişine rağmen, bu eserleri, ilmi değerler, açıklık veya tezlerinin sağlamlığı bakımından, hala büyük ölçüde geçilememiştir.
Hatalı Bir Biyografi
Doğrusu, yakın zamanda Hz. Peygamber hakkında yazılmış biyografilerin görece daha az başarılı olduğunu söylemek hakka uygundur. Hindistan’da kendi adını taşıyan Müslüman eğitim sisteminin kurucusu olan Ebu’l-Hasan Nedvi, Muhammed Hamidullah ve İngiliz Müslüman Martin Lings’in yazdığı biyografilerin her biri, geleneksel kaynaklardan yararlanmışlardır ama bunlar da, kronolojik anlatımın ötesine geçmeyi başaramamışlardır.
Her üç yazar da, Kur’an’dan ve hadislerden bolca alıntılar yapmakta ama kullandıkları ikinci kaynaklarda farklılaşmaktadırlar. Mesela Nedvi, Resulüllah Muhammed adlı biyografisinde, İbn-i Hişam, İbn-i Kesir ve İbn-i Kayyim gibi ilk dönem Müslüman âlimlerin ve yorumcuların eserlerine çok güvenir.9 Buna mukabil, Lings, İlk Kaynaklara Göre Hz. Muhammed’in Hayatı adlı eserinde, İbn-i İshak, İbn-i Hişam, İbn-i Sa’ad ve El-Vakidi’den daha fazlasıyla yararlanır.10 Bununla birlikte, içerik bakımından, Nedvi ve Lings arasında fazla bir fark yoktur. Her ikisi de, Siret’i, kronolojik tarih olarak sunar ve her iki metinde de aynı hikâyeler boy gösterir. Ancak, iki biyografi birbirinden çok farklıdır. Örneğin Nedvi, anlattığı olayları açıklamak için hiçbir sahici çaba göstermezken, Lings, Kur’an’dan ve hadislerden ilgili ve açıklayıcı alıntılar yapmak gibi edebi bir yöntemi kullanır ve böylece kitabının bilgi içeriğini güçlendirir. Lings, yazısı ve üslubu, hem konunun önemine hem de hikâyenin odağındaki şahsın yüce kişiliğine tamı tamına uyan usta bir hikâyecidir. Nedvi’nin kitabı ise, (muhtemelen tercüme hataları yüzünden) güç okunan, (muhtemelen kitabın büyük bölümünü söyleyip yazdırdığı için) tekrarları çok olan bir ölçüde de yazı ve üslup bakımından dağdağalı ama yavan bir eserdir. Nedvi ile Lings arasındaki fark, ilmi değer, yaklaşım veya her ikisinin de yeni bir fikir ortaya atması noktasında değildir. Fark, üslupta ve onlardan birinin hikâyeyi daha güçlü anlatmasındadır. Lings’in çalışması, “türünün en iyisi” ve “bir sanat eseri…,bir modern İngiliz klasiği” olarak tanımlanmıştır.
Eğer hikâyecilik sanatı, Siret litaretürünü yargılamanın ölçütü ise, Lings, kesinlikle bir başyapıt yazmıştır. Fakaat eğer bir hükme varmanın ölçütü, doğru anlamak, doğru analiz etmek ve yaşanan çağla ilgili olmak ise, o zaman, Hamidullah’ın (Nedvi’nin Siret’i ile aynı ismi taşıyan) Resulullah Muhammed adlı eseri, açık farkla daha üstün bir eserdir.11 Lings gibi Hamidullah da, eserini ilk kaynaklara dayandırır; bununla birlikte, kitabı üslup bakımından son derece sıkıntılıdır. Üslubu tantanalıdır, çoğu kez acemicedir ve okunması da zordur. Fakat Lings ve Nedvi’nin aksine, Hamidullah, okurlarına, olumlu bir şey söylemektedir ki, o da, bu kitapta bir hikâye anlatmadığıdır. Bunun yerine, o, yaptığı işi, “klasik dönem biyografi yazarlarının altını çizmekte titizlenmedikleri” hususlara vurgu yapmak olarak tanımlamaktadır.
Hamidullah, Siret’inde, esas itibariyle, geleneksel âlimlerin çoğunlukla kullandıkları materyali yeniden düzenlemiştir. Bu çabası, politika, devlet idaresi, toplumsal kurumlar, ekonumi, kabileler arası uyumu sağlama yöntemleri ve maddi ve manevi alanların birbirleriyle uyumunu içermektedir. Nihai sonuç şudur: Ortaya çıkan Siret’in ders çıkaracak unsurların, kişisel dindarlık ve savaştaki kahramanlık hikâyeleriyle sınırlı değildir. Resulullah Muhammed’te Hz. Peygamberin savaşlarıyla ilgili malumat, gerçekten de ancak asgari düzeydedir. Hamidullah, böyle yaparak, Hz. Peygamber ve onun düşmanları arasındaki ilişkiye odaklanmayı tercih etmektedir. Resulullah Muhammed’te öne sürülen argümanlar, istenen derinlikte değildir ama yine de eser, tarih yazımcılığı arasında cesur bir girişimdir ve çağdaş Siret literatürünün yönelebileceği istikametin bir göstergesi olarak görülmelidir.
Siret Ve Gelecek
Alışılagelmiş Siret yazma yönteminin kullanıldığı eserlerde, Hz. Muhammedin hayatı hakkında, Hamidullah’ın “ham madde” adını verdiği birçok hadise ve bilgi yer almaktadır. Ancak, Siret araştırmalarında gösülen bu yaklaşım, geçmişte, paha biçilmez değerde olsa da, eksiktir ve bu eksiklikleri gidermek için, Müslümanların davranış modeli olarak aldığı Hz. Peygamberin hayatı, yeni ve daha yenilikçi yöntemlerle araştırılmalıdır.
Modern dönem yazarların gözüyle bakıldığında bile, biyografi ve tarih yazımıyla ilgili hikâyeci yaklaşımı, herhangi bir yenilik getirmediği açıktır. Ayrıca, yapılması gereken şey, tamı tamına, sadece Hz. Peygamberin hayatı hikâyesini anlatmaksa, o zaman yeni yazarların aynı hikâyeyi tekrar tekrar anlatmasına ne gerek var? Kişisel meziyetleri ve kusurları ne olursa olsun, hikâyeci üslup bakımından, Hafız Gulam Serdar, Muhammed H. Heykel, Habdulhamid Sıddıki, Ebu’l-Hasan Ali Nedvi ve Martin Lings’in eserleri arasında ciddi hiçbir fark yoktur. Dahası, hikâyeci yaklaşımın, yazarın beyin ve üslup tembelliğini tetikleyici bir etkisi de vardır. Bu nedenledir ki, Hz. Peygamberin hayatındaki birçok olay, üslup ve kullanılan sözler bakımından hiçbir Cidde değişiklik olmadan anlatılmaktadır. Hatta bazen İbn-i İshak’ın kullandığı ifadeler, çağdaş yazarlarca aynen kullanılmaktadır. Ama bunu Lings’in Siret’i için söyleyemeyiz, çünkü onun kendine özgü bir üslubu vardır.
Siret kitaplarında görülen geleneksel yaklaşımın hala yetersiz olmasının başka nedenleri de vardır. Geleneksel Siret’lerde, Müslüman birey ve toplumlara anlatılan, sadece olaylardır ama bu olayları anlatmak, bireyleri harekete geçirmek veya toplumdaki sorunları çözmek için yetmemektedir. Bedir Savaşı’nda yeterli donanıma sahip olmayan 317 Müslümanın iyi-donanımlı 1000 Kureyş savaşçısından oluşan bir orduyu mağlup ettiğini bilmenin bize faydası, Müslümanların savaşta cesur oldukları gerçeğini hatırlamaktan ibarettir. Ama Bedir Savaşı’ından çıkarılacak tek ders cesaret midir? Ya da bu savaş, bize, savaşta nasıl davranılacağı, düşmanlara nasıl davranılacağı, istihbarat ve gizli bilgiler ile ilgili ilkelerin neler olduğu, savaş sırasında kimin öldürülebileceği ve kimin öldürülemeyeceği, neyin yıkılabileceği ve neyin yıkılamayacağı, zarar verilmemesi gereken şeye zarar vermekten kaçınmak için hangi önlemin alınabileceği ve düşmanlıkların olduğu dönemlerde dış politikada nasıl davranılacağıyla ilgili bir şeyler söyleyebilir mi? Eğer Bedir Savaşı’nın bugün ve gelecekte bizim için bir anlamı olacaksa, ondan bugüne ilişkin dersler çıkarmak gerekir. Siret yazımı, sadece olayları anlatmakla olmaz; bunları bir araya getirip sentezlemek ve analiz etmek, buralardan ilke ve modeller çıkarmak gerekir. Ancak bu yapıldığında, Hz. Peygamberin hayatı çağdaş ve gelecek yaşamla ilişkilendirilebilir.
Ku’an ve hadislerden sonra, Hz. Peygamberin biyografisini yazarken yazarlarına başlıca kaynaklar, meğazi kitaplarıydı. Bu, birçok biyografi yazarının niçin çatışmalar ve muharebeler üzerine odaklandığını kısmen açıklar. Esas olarak, gazveler ve muharebelerle ilgili olayları kaydetmek için yazılan meğazi kitapları, son derece ayrıntılı bilgiler içerirler; fakat bunlar, Hz. Peygamberin hayatındaki görece kısa bir dönemi kapsayan bölümle ilgili ayrıtlılardır. İslam’ın ilk 23 yılında (ki Hz. Peygamber bu dönemde hayattadır) vuku bulan örneğin Bedir ve Uhud Savaşları’ndan hiçbiri, bir günden daha fazla sürmemiştir. En uzun savaş olan Hendek Savaşı bir ay sürmüştür ama düşman, Müslümanların inşa ettikleri koruyucu hendeği geçemediği için bir çarpışma olmamıştır. Hz. Peygamberin en büyük askeri zaferi olan Mekke’nin Fethi de kan dökülmeden kazanılmıştır. Gerçekten de, Hz. Peygamberin 60 küsür yıllık hayatında, savaş veya fiili çatışmalarda geçen ömrü, bir yıldan daha azdır. Lings de, kitabının yarısından fazlasını savaşlara ayıran biyografi yazıları arasında yalnız değildir.
Erken dönem askeri tarih kaynaklarına bu kadar itimat edilmesinin anlamı, Mekke ve Medine’deki sosyal ve ekonomik hayatın ihmal edildiğidir. Bu şehirlerdeki hayatı anlatan eserler de vardır ve Hz. Peygamberin içinde yaşadığı kültürel ve teknolojik ortama yeni ve basiretli yaklaşımlar getirebilen diğerlerinin yanı sıra El-Azraki’nin Ahbar’ı Mekke ve Ömer İbn-i Şeybe’nin Ahbar’ı Medine adlı eserleri de bunlar arasındadır. Ancak bu eserler yeterli ilgiyi görmemiştir. Hatta Hz. Peygamberin ahlakı, karakteri ve alışkanlıklarını konu edinene Şemail kitapları bile, büyük ölçüde göz ardı edilmişlerdir.
Durağan tasvir, geleneksel siret kitaplarının en önemli enstrümanıdır. Böyle olduğu için, bu kitaplar tek bir basit soruya ceap bulmaya çalışmaktadırlar ki o soru da şudur: Hz. Peygamber ne yaptı? Hamidullah’ın işaret ettiği gibi, Klasik biyografiler, sebepler ve sonuçlarla ilgilenmemişlerdir. Ancak bugünün Müslüman âlimleri, Siret’i, bu günümüzü ve geçeceğimizi ilgilendiren bir mevzuya dönüştüreceklerse, ek sorulara cevap bulmaktan başka seçenekleri yoktur. Bu sorular arasında şunlar da vardır: Hz. Peygamber nasıl ve niçin yaptı?
Bu iki soru da, hadiseleri izah edebilmek için Siret’in titiz bir şekilde analiz edilmesini gerekli kılar. Bu ise, bugüne dek Siret kitaplarının çok sık başvurdukları birçok geleneksel kaynağın ötesine geçmeyi gerektirir. Siret, hayattan uzak, tarihte kalmış bir biyografi olarak değil, yaşayan bir tarih olarak yazılmalıdır. Analitik tarih olarak Siret, Hz. Muhammedin hayatını, çağdaş Müslüman bireylerin ve toplumların davranışlarını şekillendirip motive eden bir kaynak olarak anlamaktır. Analitik Siret, tarihsel durumlardan, çağdaş hayatla ilintili genel ilkeler çıkarmayı ve bunları sentezlemeyi amaçlar(ki bu da modern Müslüman toplumların, karmaşık gerçeklik karşısında ahlaki değer yargıları üretmelerini imkânlı hale getirir).
Analitik Siret, nasıl ve niçin sorularına cevap bulmaya çalışırken,( Hz. Peygamberin yaptıklarına ek olarak ) O’nun düşüncelerine ve kullandığı kavramlara odaklanmalıdır. Hz. Peygamberin temel İslami kavramları kendi hayatına nasıl uyguladığına bakılarak, Siret’in klavuz olma özelliği en iyi şekilde gözler önüne serilebilir. Hz. Peygamberin belirli ilkeleri ve düşünceleri hayatında nasıl uygulamaya geçirdiğini saptamaya çalışırken, olayları basit bir dille anlatmaktansa, ayrıntılı sorgulama mantığı, çoğu kez, daha verimli sonuçlar verir. Örneğin, Tayip Abidin, Hz. Peygamberin İslam da Şura ilkesini nasıl uyguladığına dair kısa makalesinde, bu sorulara, bu konuda otorite sayılan birçok yazardan daha iyi cevaplar vermiştir.12 Müslümanların, karar almadan önce istişarelerde bulunmalarının bir yükümlülük olduğu öncülünden başlayan yazar, öncelikle şu hususların bilinmesi gerektiğini söyler: Kimlerle( yani bütün toplumla mı yoksa toplumun küçük bir bölümüyle mi) istişare edilecektir? Hangi konularda şura zorunlu olur? Ve şuranın sonucu, lideri bağlar mı?
Şura ilkesiyle bağlantılı olarak Siret’i araştırmak, her üç soruya da cevap bulmamıza yardım eder. Hz. Peygamber, hayatı boyunca büyük (ve çoğu kez de küçük) kararlar almadan önce çoğunlukla etrafındakilerle istişare etmiştir. Abidin, Hz. Peygamberin kimlerle istişare ettiğini açıklamaktadır. Taif Savaşı’ndan kısa bir süre sonra, Mağlup edilen kabile İslam’ı kabul etmiştir. Hz. Peygamber, onlardan artık ganimet almayı istememektedir, çünkü kabilenin üyeleri artık din kardeşleri olmuştur. Hz. Peygamber, askerlerine aldıkları ganimetleri geri verip vermeyeceklerini sorar. Askerleri geri vermeyi kabul ederler. Fakat Hz. Peygamber daha doyurucu bir cevap bekler ve onlara şunları söyler: “ Hanginizin mutabık kalıp hanginizin karşı çıktığınızı bilmiyoruz; reisleriniz cevabınızı bize bildirene dek yerlerinize dönün.”
Bir başka örnekte, Hz. Peygamber, kendi kabilesi olan Kureyş’e karşı sefere çıkma kararı alır. Ashabından ikisi de onunla aynı fikirdedir. Fakat Hz. Peygamber toplumun diğer temsilcilerini de arayıp bulur ve özel olarak onların görüşlerini sorar. Yine bir başka örnekte de, Hz. Peygamber, Medine yakınlarında yaşayan bir kabile ile (başka kabilelerle savaşmamaları için onları cesaretlendirmek adına) ateşkes imzalamak ister. Bu nedenle, Medine’deki iki etkili kabilenin reislerin görüşlerini sorar.
Abidin, bu hadiselerden, Müslümanca bir bakış açısıyla, bir şuura tanımı çıkarmaya çalışır. Onun görüşünde: “Konu insanların mülkiyet haklarını ilgilendiriyorsa, yönetici, onların onayını almalıdır.” Özel tecrübe ve bilgi konularında ise, bir Müslüman lider, temsil kabiliyetlerine bakmaksızın bunlara sahip olanlara danışmak zorundadır.
Fakat hangi konular şura ile çözümlenecektir? Abidin, Siret’in, Hz. Peygamberin toplumu ilgilendiren pek çok sorunla ilgili olarak insanlarla istişare ettiğini gösteren örneklerle dolu olduğunu iddia eder. Bununla birlikte, Hz. Peygamberin ordu komutanlarını, bölge valilerini ve hâkimleri atarken, hangi hususlarda takipçilerine dair herhangi bir örnek gösteremez. Ve buradan yola çıkarak şu sonuca ulaşır: “ Belki bu tür istişareler Müslüman toplumunda kin doğuracaktı yahut şöyle de düşünülebilir: Emrinde çalışacak kişileri seçerken idarecinin bir ayrıcalığı olabilir.”
Ve son olarak, şuranın sonucu lideri bağlar mı? Abidin, Hz. Peygamberin halkına danışıp onların görüşünü benimsemediği tek bir vakanın olduğuna dikkat çeker. Bununla birlikte, Hz. Peygamberin kendi görüşünden faklı olmasına rağmen, halkın görüşüne uyduğu en az üç kayıtlı vaka vardır. Buradan çıkarılabilecek bir sonuç da şudur: Konuyla ilgili görüşü ne olursa olsun, şuranın sonucu lideri bağlar.
Tayyip Abidin’in analizinin gösterdiği gibi, Siret’in şöylesine bir sorgulanması bile nice güzel sonuçlar verebilmektedir. Sorduğu her üç soruya verdiği cevaplar, delillere dayalıdır ve bunlardan yola çıkarak, örneğin kamu düzeniyle ilgili yasalar çıkarılabilir ve önemli konularda halka danışmayı zorunlu kılan veya bir hükümetin faaliyetlerini anayasal sınırlamalarla kayıt altına alan yasal düzenlemeler yapılabilir.
Hz. Peygamber’in Siret’inde önemli olan, Hz. Peygamberin uğruna ömrünü vakfettiği İlker ve hedefler ile O’nun İslami kavram ve ilkeleri pratize ediş şeklidir. Müslümanların, Hz. Peygamberin yaptığı her şeyi aynen yapmak gibi bir zorunluluğu olmamalıdır. Fakat Müslümanlar, Siret’ten ders olarak çıkarılabilecek davranış normları ve hayat ilkelerine göre yaşamalıdırlar. Ancak niçin ve nasıl sorularına cevap veren fikirler ve kavramları baz alan Siret araştırmaları, H. Muhammed’in hayatını yaşayan bir gerçekliğe dönüştürebilir. Ve ancak Siret’in tarihsel bir hikâyeden çağdaş bir rehbere dönüştürülmesiyle, Müslüman, Siret’in gelecekte üstlenebileceği önemli rolü tam olarak anlayabilirler.
Dipnot:
1.İbn-i İshak, Hz. Muhammed’in Hyatı, çev.: Alfred Guillaume, Oxford Üniversitesi Yayınları, Oxford, 1955. Guillaume’nin çevirsi, güvenilir sayılmamaktadır. A.L. Tibevi’nin, ilk olarak İslamic Quarterly dergisinde yayınlanan “Hz. Muhammed’in Hayatı: Guillaume’nin İngilizce Çevrisi’nin Bir Eleştirisi” ve yine Tibevi’nin Arabi ve İslami Mevzular (Luzac, Londra, 1974) adlı kitapta tekrar yayınlanan eleştiri yazısına baıkınız. Tibevi’nin ulaştığı sonuç şudur: çeviri “Siret hakkındaki makbul Arapça metinler üzerine yazılmış güvenilir bir reprodüksiyon olarak kabul edilemez.”
2.Hafız Gulam Server, Hz. Muhammed: Kutsal Peygamber, Sh Muhammed Eşref, Lahor, 1961, Editör’ün notu: bu başlıklı eserin basımı, Hz. Peygamber hakkında yazılmış (çok daha eski) birçok biyografilerde örneği görüldüğü gibi, hala devam etmektedir.
3.A.L. Tibevi’nin sıkı analizi için, İngilizce Konuşan Oryantalistler ( İslam Kültür Merkezi, Londra, 1965) adlı esere ve Edward W.Said’in Oryantalizm (Routledge ve Kegan Paul, Londra, 1978) adlı eserine bakınız.
4.Şibli Numani, Siret’ün Nebi ( Hz. Muhammed’in Hayatı), Çev.: Tayyib Bahş Budayuni, Kazi Yayınları, Lahor, 1979. Urducadaki orijinal metin, altı cilttir ve 1936 yılında basılmıştır. Editörün notu: Budayani çevirsi, basım aşamasındadır yayımlanmıştır ve www.islamicbookstore.com adresinden temin edilebilir. Numani, İslami gelenek içerisinde gelen nadir bir biyografi yazarı ve tarihçidir. Bkz. Mühr Efruz Murad (Tarih Profesörü, Şibli Numani’nin Entelektüel Modernizmi, Karaçi Üniversitesi), Kitab Bhavan, Hindistan, 1996.
5.Muhammed H.Heykel, Hz. Muhammed’in Hayatı, Çev.: İsmail Raci el-Faruki, İslamic Book Trust, Kuala Lumpur (1976, yeniden basım 2003). Editörün notu: Heykel (hala mesleğini sürdüren) bir gazetecidir ve Mısır’ın Başkan Cemal Nasır’ın eski bir sözcüsü ve Başkan Enver Sedat’ın da eski bir danışmanıdır.
6.Numani, Siretü’n-Nebi, 1.cilt, s.85.
7.Editörün notu: William Muir, The Life of Mahomet (Hz. Muhammed’in Hayatı) yayıncı: Smith, elder and Company, Londra, 1861. Muir’in biyografisinin tam metni taranıp internete konulmuştur (Nisan 2005) ve http://answeringislam.org.uk/Books/Muir/Life]index.htm adresinden bulunabilir.
8.Seyyid Emir Ali, İslam’ın Ruhu (Hindistan’daki İslamic Book Trust tarafından yeniden basılmıştır). Editörün notu : Emir Ali (1849-1928) 1904 yılında Britanya’ya yerleşen ve daha sonra Britanya Müslümanları arasında etkin faaliyetler yürüten Müslüman bir hukukçu ve Kalküta Yüksek Mahkemesi yargıcıydı.
9.Ebu’l-Hasan Ali Nedvi, Resulullah Muhammed (Allah Resulü Hz. Muhammed), Urduca’dan çeviren: MUHİDDİN Ahmed, İslami Araştırmalar ve Yayınlar Akademisi, Lucknow, Hindistan, 1979.
10.Martin Lings, İlk Kaynaklara Göre Hz. Muhammed’in Hayatı, George Allen and Unwin, Londra, 1983. Editörün notu: Londra’daki British Museum’da Doğa Yazmaları Eski Kayyumi ve Geleneksel Sufi İslamı’nın bayraktarlarından Martin Lings, Mayıs 2005’te, 96 yaşında vefat etti.
11.Muhammed Hamidullah, Resululllah, Muhammed (Allah Resulü Hz. Muhammed) Huzeyfe Yayınları, Karaçi, 1979.
12.Tayyib Abidin, “Şura Pratiği”, The Muslim, 7: 159-161 (Nisan 1970). Editörün notu: The Muslim, İslam Toplulukları Öğrenci Federasyonu (FOSIS) adlı ve Birleşik Krallık’ta okuyan
13.Müslüman üniversite öğrencilerinin kurduğu organizasyonların en büyüğünün yayınladığı bir periyodikti. The Muslim, 1980 yılında yayımını durdurmasına rağmen, FOSIS hala ayaktadır.
Not: Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Urvetü'l Vuska'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Mustafa YILMAZ
Bugün Puthanede İbrahimiz! Yarın Ne Olacağız?
Urvetü`l Vuska - Tüm hakları saklıdır. ® 2014 - Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir. Networkbil.Net