
- 04-09-2014
- 0 yorum
- 6023 okunma
İnsanın Sorumluluğı
İslam’a göre insan, birbirini izleyen nesiller boyunca kendinden öncekilerin işlediği hata veya günahı yüklenmez. Âdem’in cennetteki isyanı, Âdem’in şahsi bir meselesidir. Onun şahsi durumu, haliyle hiçbir insanı bağlamaz. Âdem’in karşı çıkışının cezası, kendisinin ve Havva'nın cennetten kovulması olmuştur:
Her ikisi, “Rabbimiz! Kendimize yazık ettik; bizi bağışlamaz ve bize merhamet etmezsen biz kaybedenlerden oluruz” dediler. Birbirinize düşman olarak inin, siz yeryüzünde bir müddet için yerleşip geçineceksiniz.” (Araf, 23-24)
İşte böyle, her doğan, yaratılışına uygun doğar; geçen bir günahı yüklenmez, doğumundan önce işlenen suça ortak olmaz. Bu durumuyla İslam’da, nesilden nesile gerçek sorgusu yapılan hiçbir suç ve günah yoktur.
İnsan sorumluluğundaki şahsilik karakterini ilahi kelam şöyle açıklar:
Her insanın işlediklerini boynuna dolarız ve kıyamet günü açılmış bulacağı Kitab’ı önüne çıkarırız: “Kitabını oku, bugün nefsin sana hesapçı olarak yeter!” (deriz). Kim yola gelirse ancak kendi lehine yola gelmiş ve kim saparsa da ancak kendi aleyhine sapmıştır. Kimse kimsenin günahını çekmez. Biz peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz. (İsra, 13-15)
Bu üç ayet şunları açıklamaktadır:
Birincisi: Her insanın hatası ve sevabı, iyiliği ve kötülüğü kendisine yazılır,ayrılmaksızın ona eşlik eder. Ceza gününde karşı karşıya gelmesi için kendisine sunulur.
İkincisi: İnsanın hayatında yapageldiği doğruluk veya eğrilik, iyilik ve kötülükten hangisi olursa olsun davranışı kendine aittir, hiçbir şekilde başkasının davranışıyla karışmaz. Her ne kadar insanla başkası arasında az veya çok sağlam bir bağ olsada, hatasını da sevabı kendisine uzanmadığı gibi hatasını da yüklenmez:
Kimse diğerinin günahını çekmez. Günah yükü ağır olan kimse, onun taşınmasını istese yakını bulunsa bile yükünden bir şey taşınmaz…(Fatır, 18)
İnsanın şahsi davranışın sorumluluğuyla ilgili İslam’ın görüşü -ki bu görüş, Muhammed b. Abdullah’a kadar Allah tarafından gönderilen her peygamberin getirdiği ilahi tebliğinde görüşüdür- şu ilahi kelamda anlatılmaktadır:
Gördün mü şu adam ki, arkasını döndü. Azıcık verdi gerisini elinde sıkı sıkı tuttu. Gaybın bilgisi kendi yanında da, o mu görüyor? Yoksa kendisine Musa’nın ve çok vefalı İbrahim’in sahifelerinde olan, haber verilmedi mi? ki hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü yüklenmez.İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur. (Necm, 33-40)
İnsana yönelen ilahi risaletin başta gelen kişileri olan Musa ve İbrahim’in sahifelerinde insan şahsi sorumluluğunun tespit edildiği, geçen ayetlerinde zikrettiği gibi, açıkça bildirilmiştir:
a. İnsan için ancak çalışma, iyi ve doğru yapma vardır. Bu yaptığı, ceza gününde açıkça bilinecek ve görülecektir.
b. davranış veya inanç hususunda bir kişinin hatası, diğerine izafe edilmez. Ancak tam bir adalet uygulanır. Şöyle ki, salih amel işlenirse hiçbir kişi yapageldiğinden mahrum edilmez. Kötü amel olursa bu kötülüğü, benzer kötülüğüişleyen bir başkasına taşınmaz İslam’a göre şahsi sorumluluk, insanın diğer varlıklardan farklı olarak akıl ve idrakle temayüz etmiş olmasından kaynaklanmaktadır. İnsanın akılla sivrilmesi onu yeryüzünde lider ve Allah’ın halifesi kılmıştır:
Verdikleriyle denemek için sizi yeryüzünün halifeleri kılan ve kiminizi kiminize derecelerle üstün yapan O'dur…(Enam, 165)
Fakat aynı zamanda insanı yaptığı işten sorumlu tutmuştur. “Verdikleriyle sizi denemek için…”ayetinde ve bunun yorumu olan “size verdiği akıl, yeryüzü halifeliği, mal, mevki, yetenek farklı insani dereceleriyle birbirinize seviye üstünlüğü şeklindeki nimetleriyle sınamak için “ ” ifadelerinde hep bu sorumluluk hatırlatılmıştır.
Kur’an, insan davranışlarında aklın sorumluluğunu şöyle belirtmiştir:
Bilmediğin şeyin ardına düşme, doğrusu kulak, göz ve kalp, bunların hepsi o şeyden sorumlu olur. (İsra, 36)
Doğruya ve kalpten inanmaya iletmesinin yansıra insandaki idrakin için pencereleri onun kulak ve gözleri olmaktadır.
İnsanın İradesi
Allah, insanın yaratılışıyla ilgili olarak şöyle buyurmuştur:
Biz insanı halden hale geçirdiğimiz karışık bir nutfeden yaratmışızdır; onu deneriz; bu yüzden, onun işitmesini ve görmesini sağlamışızdır. Şüphesiz ona yol gösterdik; buna kimi şükreder, kimi de nankörlük. (İnsan, 2-3)
Bu iki ayet, insan tabiatındaki üç gerçeği anlatmaktadır:
Birincisi, insanın bir erkekle bir dişiden gelen karışık karakterdir. Bu bir tür maddi gerçektir.
İkincisi, insanın akılla donatılmış ve değişik durumlar karşısında kurtuluş yolu gösterilmiş karakteridir ki, bunlar insanın yeryüzündeki hâkimiyet üstünlüğünün belirginliğini ortaya koyarak akli veya ruhi gerçeği belirler.
Üçüncüsü, tabii kurtuluş yoluna yani, akla ek olarak hidayetin ve ilahi mesajın içine aldığı bir başka türdür. Bu da ilahilik gerçeğidir.
İnsandaki akıl gerçeğini ve aklın hatalardan sakınmadaki yerini, Araf suresindeki şu ayet âdemoğullarına açıklamıştır:
Ey insanoğulları! Ayıp yerlerinizi örtecek giysi, sizi süsleyecek elbiseler gönderdik. Takva örtüsü ise bunlardan daha hayırlıdır. Allah’ın bu ayetleri öğüt almanız içindir. (Araf, 26)
Bu duruma göre Allah’ın, risaletle hidayete iletmesi bir zorunluluğa ve zorlamaya dayanmaktadır. Ancak sadece yardım talep edildiğinde, yardımcı durumunda bulunmaktadır. İnsan suresinde geçen üç ayet bunu kaydetmiştir: “Şüphesiz ona yol gösterdik; buna kimi şükreder kimi de nankörlük.”
Burada Allah’ın insanla olan bağı ortaya çıkmaktadır. Nitekim insanın Allah’la olan bağı da iman, küfür, iyi ve kötü amel, doğru yola yönelme, suç ve günahları işleme şeklinde belirtmektedir. İnsan bütün bunlarda ilk irade sahibidir. Allah’ın insana hidayeti ise; risaletine tutunanı başarıya ulaştırmasını, tebliğden yararlanma eğilimine yardımcı olması, peygamberi de bu doğru yol için göndermesidir.
De ki: “Eğer saparsam, kendi aleyhime sapmış olurum, eğer yolu bulursam, bu da Rabb’imin bana vahyettiği (bu Kur’an) sayesindedir”… (Sebe, 50)
De ki: “Hak, Rabb’inizdendir.” Dileyen inansın, dileyen inkâr etsin. (Kehf, 29)
Âdem ve eşi Havva cennette günaha cüret ettiklerinde bunu kendilerinin yaptıklarını şöyle itiraf etmişlerdi:
Her ikisi: “Rabbimiz! Kendimize yazık ettik” dediler… (Araf, 23)
Kesin olarak Allah’ın emrine karşı geldikleri için ikisinin de davranışları günah olarak açıklanmış ama bu davranışın, iradelerinin dışında olmadığı da belli olmuştur:
Ey Âdem! Sen ve eşin cennette kalın ve istediğiniz yerden yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz. (Araf, 19)
İmtihan ve tecrübe için yaratılmış olan insan aklından amaç, onun sınanması sonucu, hayrın ve şerrin eşit orantıda algılanabilmesini sağlamaktadır:
Size, bir imtihan olarak, iyilik ve kötülük veririz. (Enbiya, 35)
İnsanların hangisinin daha iyi iş işlediğini ortaya koyalım diye, yeryüzünde olan şeyleri, yeryüzünün süsü yaptık. (Kehf, 7)
Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, nefislerden, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz. (Bakara, 155)
İnsanın imtihan edilme ve denenmesinin anlamı, zaman zaman önüne dünya nimet ve mahrumiyetleri konduğunda, nefsini korumasını bilmesidir. Bu durumda servet dalgalarına ve maddenin kötülüklerine uyup sürüklenecek mi, yoksa hayata karşı koyacak mı, yoksa ümitsizlik psikolojisine mağlup mu olacak. Her iki durumda da aklından gelen ses, sabır ve kendini koruma şeklindedir. Çünkü bizzat Allah’ın insana mesajı bu yöndedir. Kolaylık ve zorluk, hangisi olursa olsun, devamlı değildir. Bunların birbirini izlemesi hayatın kuralıdır. İnsanı ebedileştiren şey, aklına ve aklı gerçek yola yönelten Allah’ın hidayetine uyarak, insanlık seviyesini korumasıdır.
İnsanın Kazancı
Kur’an, kazancı insana dayandırır. Bu da mal veya kuvvet kazancı ya da iyi ve kötünün kazancı demektir. Mal kazancı yönünde Allah, Leheb suresinde, Ebu Leheb’in cezasından şöyle bahsetmektedir:
Malı ve kazandığı kendisine fayda vermez. (Leheb, 2)
Ebu Leheb’e fayda vermeyen bu malın sağladığı kazanç da onu dünyada ve ahirette karşılaşacağı azaptan kurtaramayacaktır.
Ey inananlar! Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden yetiştirdiklerimizden sarf edin; iğrenmeden alamayacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah’ın müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin. (Bakara, 267)
Aynı zamanda Allah (cc) müminleri, faaliyetleri sonucu kazandıkları ve Allah’ın yerden bitirerek ihsanda bulunduğu mallardan ihtiyaç sahiplerine ve yoksullara harcama noktasında teşvik etmiştir. Buna göre, yardımı, kazandıklarının temizinden yapacaklar, ellerinde tutmak istemedikleri kötü ve değersiz şeylerden yapmayacaklardır.
Mal ve maddi kuvvet temini yönünde Allah şöyle buyurur:
Yeryüzünde dolaşıp, kendilerinden daha çok, daha kuvvetli, bıraktıkları eserler daha sağlam olan öncekilerin sonlarının nasıl olduğunu görmezler mi? Kazandıkları, onlara bir fayda vermemiştir. (Mümin, 82)
Kazançlarıyla kastedilmek istenen, kendilerinin sayı ve malzemelerini artırmaları, para ve tesisi güçlendirmeleri ve yeryüzünü imar edip, hâkimiyet ve otoriteyi elde etmeleridir.
Kazanç, kötüyü veya iyiyi yapma yönünde çaba harcamak anlamına gelir.
Onlar geçmiş bir ümmettir. Kazandıkları kendilerine, kazandıklarınız da sizedir. Onların yapmış olduklarından sorumlu değilsiniz. (Bakara, 134)
Yani her toplum, yaptığının sorumluluğunu taşımaktadır. Her fert, lehine veya aleyhine olan bir davranıştan sorumlu olduğu gibi, her toplum ve topluluk da yaptığı özel kazancından mesuldür.
Herkes kazancına bağlıdır. (Tur, 21)
Peygamberin, ev halkına yönelerek söylediği de aynı anlamı ifade etmektedir: “Ey Haşimoğulları! İnsanlar amellerini bana getirmiyorlar. Siz de bana sadece nesebinizle geliyorsunuz.”
İnsanın mal kazanma, kuvvet hazırlama, kötü veya iyi davranışta bulunmak gibi faaliyetleri kendisinin kazanç ve irade bakımından bağımsız bir durumda bulunmasından kaynaklanmaktadır. Bu yüzden de, şahsi sorumluluğu vardır. İyilik ve kötülüğünün karşılığı; ister iyi, ister kötü yolda olsun, para kazanma, kuvvet toplama, hâkimiyet sağlama yönündeki kazançları doğrultusunda olacaktır. Aynı şekilde yapageldiği kötü veya iyi işi, kendisinin kazancı olmaktadır.
O halde Kur’an’a göre insan, iradesi elinden alınmış ve başkasına dayanmış birisi değildir. Daha önce geçen; Ey inanalar! Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden yetiştirdiklerimizden sarf edin” ayetiyle bu açıklanmış, insan davranışıyla, Allah’ın fiili; insana kazanç, Allah’a da yeryüzündekileri çıkarma işi isnat edilerek belirlenmiştir. Bu ayet, insanın olumlu olduğunu, yaşaması ve rızkı için çalışma sorumluluğu taşıdığını, ayrıca yapageldiği kötü veya iyi davranışlarının da sorumlusu olduğunu açık bir ifadeyle belirlemektedir.
Bazı ayetlerin, “yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki, rızkı Allah’a ait olmasın” ayetindeki gibi, insan rızkına Allah’ı kefil kılmasına gelince, zaten ayet insanın yaptığı özel işini de kapsamaktadır. Zira dabbe diye nitelenen, yeryüzünde debelenip hareket eden Allah’ın yarattıkları, bu vasfı ancak fiili hareketleriyle kazanabilirler. Hareketleri de ancak çalışma ve gayretlerinden ibarettir. Aksi halde hareketli canlı değil, cansız varlık olurlar.
“Dilediğini saptırır, dilediğini de hidayete erdirir.” Mealindeki ayetinde olduğu gibi, bazı ayetlerde, delalet ve hidayetin Allah’a nispet edilişinden dolayı iman ve küfür, kötü ve iyi davranış yönündeki insan iradesi kaldırılmış gibi gözükür. Ama bu yönde, insanın sorumluluğu ve iradesine bağlı kazancı kaldırılmamıştır. Allah’ın iradesi inananın imanına, küfredenin inkârına, peygamberine vahyettiği risalet yoluyla girmektedir. İnsan ise bu tebliği, kabul veya inkârda hürdür, seçim ve irade sahibidir. Gönderilen peygamberin kendisi hidayete zorlayan bir velayeti de yoktur. İman edenin inancı, mantık hükmüne ve çevrenin havasından etkilenmemeye dayanmaktadır. Küfredenin inkârı da, inkârı sebebiyle belirttiği özel çıkarına dönüp bağlanmaktadır.
Not: Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Urvetü'l Vuska'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Mustafa YILMAZ
Bugün Puthanede İbrahimiz! Yarın Ne Olacağız?
Urvetü`l Vuska - Tüm hakları saklıdır. ® 2014 - Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir. Networkbil.Net