Ana Sayfa  /  DÜŞÜNCE  /  İslami Hareketler Özeleştiri ve Yeniden Düşünme / Raşid el-GANNUŞİ
  • Facebook da Paylaş
İslami Hareketler Özeleştiri ve Yeniden Düşünme / Raşid el-GANNUŞİ
  • 13-10-2014
  • 0 yorum
  • 2836 okunma
İslami hareketlerin birinci önceliği iktidara gelmek olmamalıdır. Hükümet idaresini ele geçirmek de, muhtemel en büyük başarı olarak görülmemelidir. En büyük başarı, insanların İslam’ı ve onun liderlerini sevmelerini sağlamaktır.

Bugün dünya genelindeki İslâmî uyanış hare­ketlerine baktığımızda, bunların ilerleme gösterdiğini görürüz. İslâmî uyanıştan kastı­mız ferdin, toplumun yeniden inşâsı ve milli düşünce ve siyasetin İslami temeller üzerine oluşturulmasıdır. İslâmî uyanış hareketleri, bugün dünyada hiçbir ide­olojinin kazanamadığı zaferleri elde ediyor. Gelişme, fikir ile sınırlı değildir, çünkü fikrin kendisi gelişiyor. İslâmî hareket, İslâm’da yeni alanlar keşfedebilir. Cemaleddin Afgani tarafından ortaya konulan keşif­ler, son yüzyılda Hasan el-Benna ve Ebu’l A'la el- Mevdudi tarafından sürdürüldü. Bu fikir adamlarının görüşleri, modern İslâmî hareketleri doğurdu. Bu fi­kirler, İslami esaslar üzerine hayatın inşasını tekrar keşfetti. İslam ferdi inançlar mecmuası, ritüeller ve kişisel davranışlar biçimi değildir; hayatın tümünü kapsar. İslam, modern İslami hareketlerden önce de vardı. Fakat İslâm, cenneti elde et­mek için bir hazırlık olarak düşü­nülüyordu, yoksa topluma biçim veren bir sistem olarak değil.

Bugün İslâm çok güçlü bir şe­kilde ilerlerken, sekülerizm (laik­lik) ise hızlı bir şekilde çöküyor. İs­lâm, adaleti arayan insanları cezbederken, sekülerizmin ise başlıca da­yanakları çözülüyor ve sekülerizm, şiddet dışında, kendini müdafaa edecek gücünü de kaybediyor. Eğer seküler bir devletin müteaddid de­falar şiddete başvurduğunu görür­seniz, bilin ki, bu onun iflas ettiği­nin göstergesidir. Seküler yönetim, meşruiyetini kaybetmiştir. Bu  yönetimler, halk desteğine dayanması gerekirken, sırt­larını. uluslararası yardım ve şiddete dayandırarak ayakta duruyorlar. Bu arada İslâm aşağıdan ve yuka­rıdan tüm toplum kesimlerine hızlı bir şekilde yayılı­yor. Siyasetten ekonomiye, sanattan -kadın konusu da dahil insan kaynaklarının geliştirilmesi ve kurumların inşasına kadar pek çok alanda iyi gelişmeler oluyor.

Bu muhteşem ilerlemeye rağmen, mamafih bazı negatif durumlardan da bahsetmem gerekiyor. İslâmî hareketlerin çalışmalarındaki bazı kusurlar üzerinde durup, onları bazı tuzaklar karşısında ikaz etmek isti­yorum. Çünkü biz eşyaların, daima pozitif yönleri üzerinde odaklaşamayız. Tövbe unsurlarından biri, yeniden düşünmektir. Her gün hareketlerimizi yeni­den gözden geçirmeliyiz. Biz gerçekten hak yol üzere miyiz; yoksa Kur'an-ı Kerim'in şu ayetinin vasf ettiği kişilerden miyiz: "Atalarımız? bir din üzerin­de bulduk. Biz de onların izinde gi­diyoruz"(Zuhruf/23). Bu ayet müşrikleri vasf ediyorsa da, biz onun vermek istediği daimi me­sajı alıp üzerinde düşünmeliyiz. Böylece tövbe, Allah (c.c) ile olan ilişkilerimizi sınırlayan bir şey olmaz; hayatın her safhasın­da kendimizi yeniden gözden ge­çirmemizi de içerir. İşte bundan dolayı özeleştiri çok önemlidir. Peygamberimiz (s.a.v) şöyle bu­yuruyor: “Hesaba çekilmeden ön­ce, kendinizi hesap çekin.”Bu, her hareketin kendi çalışmasını ye-niden gözden geçirmesi için zorunludur. O halde sor­malı: Planımızı yerine getirdik mi? Yarın gecikmeden kaçınmak için ne yapabiliriz? Eğer bir hareketin bir seçimde, parlamentoda 20 üyesi varsa ve bir sonraki seçimde üye sayısı 5’e düşmüşse, o zaman kendisine bunun nedenlerini sormayacak mı? Eğer yönetim bi­ze karşı fesat çıkarıyorsa; bu fesadı niçin ve nasıl ba­şarabiliyor? Bu tür hareketlere kızmamak. Çünkü biz ona kendisini yeniden gözden geçirmesini öneriyo­ruz. Biz hareketimizde bu tür tekrar gözden geçirme­leri yaptık ve ülkemizdeki rejimler ile ilişkilerde yap­tığımız bir çok hataya parmaklarımızı basabildik.

Şimdi aktaracağım yorumlar benim şahsi kanaat­lerim. Kimi insanlar, bunları kabul edebilir de, etme­ye bilir; ya da tamamen reddedebilir de.

Müslüman Azınlıklar Nasıl Hareket Etmeli?

1- Birinci yorumum İslami hareketlerin azınlıklar ile ilişkilerindeki konumlarıdır.

Müslüman azınlıklar, dünya genelindeki Müslü­man nüfusun yüzde 45'ini oluşturuyor. Bunlar İslam davetçilerinin öncülerindendir ve tüm Müslümanlar için çok değerlidir. Onlar ya yolun açık olmasına yar­dımcı olacaklar ya da yok olacaklardır. Uzaktaki bu bölgeleri desteklemek, onların yok oluşlarından önce bizim önceliğimiz olmalıdır. Balkanlarda neler oldu­ğuna bir bakın. Osmanlı döneminde, İslam bu top­raklarda çok hızlı yayılıyordu. Halifeliğin çöküşün­den sonra, İslam'ın o topraklardaki vücudiyeti, tıpkı bir denizin bıraktığı tuzlu su birikintisinin, kurumayı bekleyişine benziyor.

Uluslararası güç dengesi, azınlıkların bu yönü üzerinde değildir. Müslüman azınlıklar, gereğinden fazla kaynaklarını çoğaltmamak ve İslami yönetim yükünü taşımamalıdırlar. Bu, Müslüman çoğunluğun yaşadığı ülkelerin rolüdür. Eğer bu Müslüman azın­lıklar Seyyid Kutub ve diğer bazı düşünürlerin ortaya koydukları İslami yönetim ile ilgili fikirlerini benim­serlerse, bu, onların kendi ölüm fermanlarını hazırla­maları anlamına gelecektir. Benim Müslüman azın­lıklara tavsiye edeceğim rol, yaşadıkları ülkelerde İs­lâm’ın gücünü ve etkinliğini takviye etmek olmalı­dır. Müslümanların varlığının korunması ve sürdü­rülmesi ile İslami bir devletin inşası için uğraşmak arasında çok büyük bir fark vardır. Azınlıkların çoğu, siyasete iştirak etmeyi temenni ediyorlar. Hakikatte, siyaset dünyasına girmeleri bazen azınlıkların elde et­tikleri dikkat için asıl sebep olabiliyor. Onun için azınlıkların, sosyal işler üzerinde odaklanmaları daha iyi olur. Siyaset bir öğütme alanıdır. Hükümet için yarış, servet ve güç yarışıdır.

Bazen İslami azınlıkların bağımsızlık ya da ayrı müstakil bir devlet istediklerine şahit oluruz. Tabi ki, legal açıdan buna izin veriliyor, ancak hakikatte ona izin verilmemelidir. Soralım: Bağımsızlık için çabala­mak gerekli midir? Ya da çok küçük bir nizam (self determinasyon gibi) hariç İslam'ın gelmesi için mi hazırlık yapmalıyız? Bu Çeçenistan’a tatbik edilebilir. Zira İslami azınlık, Rusya’dan ayrılıp bağımsızlığını elde etmek istiyor. Rusya fesad imparatorluğudur; İs­lam’ın Rusya’ya ulaşması zamanla mümkün olacaktır. Ancak şu şartlarda Çeçenlerin bağımsızlık için savaşmaları, im­ha edilmeleri ile sonuçlanabile­cek yanlış bir politikadır. Ayrıca, bağımsızlığı sürekli talep etmek,

Müslüman dünya ile Müslüman azınlıkların bağımsızlıklarını el­de etmek istedikleri ülkeler ara­sındaki ilişkileri bozar. Eğer Çin’deki Müslüman azınlık gü­nün birinde bağımsızlık isteğini benimserse, Müslümanlar bazı müşterek düşmana karşı Çin ile bir ittifak imkanı bulurlarsa, o zaman Müslümanlar büyük bir çıkmaz ile yüz yüze geleceklerdir.

İslam ümmetinin bugünlerde, Çin, Hindistan ve hatta Yugos­lavya ile savaş çıkarma gibi bir niyeti yoktur. Her nerede Müslü­man azınlıklar güvenli yaşayabi­liyor, dini ritüellerini özgürce ye­rine getirebiliyorsa, orada onlar için bağımsızlık gerekli değildir.

Doğrusu bağımsızlık için çabala­mak ölümcül olabilir. Genel ola­rak, Müslüman azınlıkların İsla­m’ı yaşadıkları ülkelerde onlar­dan o ülkeyi idare etmeleri, ya da bağımsızlığı düşün­meleri istenmiyor; çünkü bu onların toplu katliamı­na sebep olabileceği gibi, tüm İslam ümmetini de tehlike içine sokabilir.

Toplumsalı mı Siyasalı mı Öncelemeli?

2-İkinci yorum önceliklerimiz hakkındadır. Bizim önceliğimiz toplumsal faaliyetler mi, yoksa güç elde etmek mi olmalıdır?

Bu iki konu birbirine zıt olma­yabilir -İslam, siyaseti ve toplumu eşzamanlı olarak İslamileştirmek ister- fakat eğer sosyal davetin masla­hatı, siyasetin maslahat ile çelişirse, o zaman sosyal maslahat her şeyin önünde tutulmalıdır. Sosyal başa­rının, siyasal başarıdan daha iyi ve süreklilik arz ettiği kanıtlanmıştır. Modern tecrübe bize, devlet aracılı­ğıyla elde edilmiş başarıların hızlı fakat yanı zaman­da kısa ömürlü olduğunu öğretmiştir. Çünkü onlar kuvvete dayanmaktadır. Ancak toplumsal faaliyetler yoluyla yapılan çalışmalar ise ka­lıcıdır. Çünkü ikna etmeye da­yanmaktadır. İnsanlar zorlamayı sevmezler. Mekkeliler Hz. Muhammed (s.a.v)'e devleti sundular, fakat o kabul etmedi, daveti inşa etmeyi tercih etti.

İslami hareketlerin birinci önceliği iktidara gelmek olma­malıdır. Hükümet idaresini ele geçirmek de, muhtemel en bü­yük başarı olarak görülmemeli­dir. En büyük başarı, insanların İslam’ı ve onun liderlerini sev­melerini sağlamaktır. Tüm çalış­mamız, Ömer bin Abdulaziz’in iki yıl süren İslam devleti ve on­dan önceki Hulefa-i Raşidin dö­nemini örnek almalıdır. Kim, Emevi ve Abbasi halifeliğinden bir şeyler hatırlıyor? Ömer bin Abdulaziz bir meşaleydi; çünkü o nübüvvet şekli üzerine hükümeti yeniledi. Meselemiz, ne kadar yönettiğimiz değil, ne yaptığı­mızda. Ömer’in yönetim yılları, tarihin diğer dönemlerinde Müs­lümanların kalplerinde büyük bir tesir icra etmiştir. İslamcılar için en tehlikeli şey, insanlar tarafından önceden sevilip; güç elde ettik­ten sonra nefret edilmektir.

Sivil Toplumu Geliştirmek

3-Üçüncü yorumum ise sivil toplum üzerinedir. İslami hareketler sivil toplumun gelişmesi ve desteklen­mesi için duyarlı olmalıdırlar; hatta devletin inşasın­dan sonra bile. Öte yandan İslami devlet her şeyi kontrol altına almamalıdır. Hükümet, sivil toplum kumrularının küçük bir parçasıdır. Hükümet, toplu­mu güçlendirmek ve desteklemek için vardır. Sivil toplumun kurumlan çok olmalı ki, insanlar devlete yeteri kadar ihtiyaç duymasınlar. İslami hareket, halk/sivil toplum kurumlan aracılığıyla toplumda gücünü elde etmelidir. Bu kurumlar, seçilmiş yetkili­ler tarafından idare edilmelidir. Sadece İslamcılara has kurumlar da olmamalıdır. Onlar için en iyisi, ülke genelinde kurumlarının olmasıdır. Sol öğrenci organizasyonları ve Müslüman öğrenci organizasyonla­rı gibi kurumlara sahip olmak zaman kaybıdır. İslami hareket, hiçbir zaman bir halkı bölen ve bölme baha­nesi olmamalıdır. İslamcıların iştirak ettiği herhangi bir parti, ulusal bir parti olmalı ve herkese açık olma­lıdır.

Şiddete Değil Barışçı Yöntemlere Başvurmak

4-Dördüncü yorumum, mevcut İslami hareketler ile seküler devletler arasındaki mücadeleye ilişkindir. İs­lâmî hareketler, yoğun baskı ve şiddet uygulamaları­na maruz durumdadırlar. Soru şu: Müslümanlar, se­küler devletlerin baskılarına nasıl cevap vermelidir­ler? Devletin şiddetini, Müslüman halkın da şiddete başvurmasını mazur göstermeli midir? İslâmî kaynak­lara dayanarak bu sorulara çeşitli cevaplar verilebilir. Ancak İslâm alimlerinin ve bilginlerinin çoğu, ken­dini İslami olarak adlandıran yönetimlere karşı şid­deti kabul etmezler. Gerçekçi konuşursak, bizzat ta­nık olduğumuz örnekler, İslamcıların şiddete şiddetle karşılık verdikleri devletlerde, olayların sonucu hep olumsuz olmuştur. Halkın, meşru haklarının ihlal edilmesi nedeniyle şiddete şiddetle karşılık vermesi, İslami olsun olmasın, halihazırdaki herhangi bir reji­me zarar verememiştir. Solcular ve İslamcılar zaman zaman şiddete şiddetle karşılık verdiler; ama bugün çok açık bir şekilde görüyoruz ki, şiddete şiddetle kar­şılık vermek sadece felaketle neticeleniyor; tıpkı Su­riye'de olduğu gibi.

İslami hareket, mutlaka barışçı metodlara başvur­malı ve askeri aktivitelerin tüm formlarını reddetme­lidir. Bu dersi, Türkiye’deki Refah Partisinden öğre­nebiliriz. İslami hareketlerin bir çok başarıları, ordu tarafından engellenmiştir. Çeşitli ülkelerdeki İslami hareketler, kitleleri, orduya karşı devrim yapmaya davet ediyorlar. Bu, kesinlikle çılgınlıktır ve berabe­rinde büyük facialar getirir. Bugün Mısır’daki İslami hareketler büyük sorunlarla karşı karşıyalar; ancak bu hareketlerin liderleri şiddet içine sürüklenmeyi bü­yük ölçüde reddediyorlar. Bu rejimler, küresel güçle­rin tahrik ve teşvikleri ile, İslamcıları savaş alanına çekmek istiyorlar; çünkü kaynakları çok daha fazla. Bu rejimler şiddette uzmanlaşmışlardır ve o yüzden önlerine gelen her şeyi ezmekte son derece tecrübe sahibi olmuşlardır. İslamcıların faaliyet göstermeleri gereken ve asıl kalıcı sonuçları olacak yegane alan, düşüncedir, düşünce üretimidir. Ki, bu alanda, sekü­ler elitler ve aydınlar, tam anlamıyla iflas etmişlerdir. Müslümanlar, onların kazanacakları alanlara çekil­memeye özen göstermeliler.

Demokrasi Tecrübesini Dikkate Almak

5-Beşinci yorumum, demokrasi ile alakalıdır. Bir çok İslamcı, demokrasinin inanç değil de, dışarıdan da­yatma sorunu olduğu konusunda birleşiyor. Demok­rasi, düşünce, toplantı özgürlüğü ve seçim sandıkları­nın, yönetimle barışçı yarışının da bir garantisidir. İslami hareketlerin demokrasiye karşı olumsuz tavırla­rı onları durduruyor. Bizim İslami aktivitelerde de­mokrasinin yerini tutacak hiçbir modern tecrübemiz yok. Muhakkak ki demokrasinin İslamileştirilmesi şuranın tatbikine daha yakındır. Bu düşünce sistemi­ni reddedenler, tek parti sisteminden başka bir şey üretemiyorlar.

İslamcıların önlerinde iki örnek tecrübe var: İran ve Sudan. Her ikisi de kimliklerini ve modern İslami yönetim şeklini arıyorlar. İslami yönetim şeklini tat­bik edeceğimiz modern bir örneğimiz yok. Bazı cahil­ler sanıyorlar ki, İslami programlar, “hazırlop lokma gibi”, hemencecik ve kolayca uygulanacak program­lardır. Bu programları da insanlar hazırlıyor. O yüz­den, bu programların, hemen her şeyi düzeltmeleri beklenmemelidir. Ben demokrasi düşüncesi dışında kabul edeceğimiz herhangi bir seçenek göremiyo­rum. Demokrasiyi de ihmal etmenin büyük bir hata olduğunu düşünüyorum. Hatta İslami hareket için en tehlikelisi iktidara geldikten sonra, orada sürekli kalmaya ya da pragmatik davranarak programlarını uygulamaktan kaçınmaya kalkışmalarıdır; ki, her iki durum da yanlıştır; gayr-ı İslami’dir. Hareket, seçe­neklerin mutlaka vuücudiyetini garanti altına alma­sı için açık olmalıdır. Demokrasiden en çok fayda el­de edecek olanlardan biri de Müslümanlardır. Müslümanlar demokrasi konusuna eğilmelidirler. Özgür seçimler yapıldığı zaman, Müslümanlar iktidara ko­laylıkla gelebilirler. Çünkü sekülerler bugün azınlık­tırlar. Müslümanların demokrat olmadıkları suçla­ması bilinçli yapılan bir suçlamadır ve yanlıştır. İs­lam, insanların kendi tercihlerine karşı çıkmaz, tam tersine kendi tercihlerini kendilerinin yapmalarını teşvik eder. Bu konu, tartışmaya mahal vermeyecek kadar açık ve nettir. İslam dünyasında demokrasi ile problemleri olanlar gerçekte Müslümanlar değil, seküler ve otoriter elitlerdir. Sekülerler İslam dünya­sında demokrasinin kök salmasını istemiyorlar; aksi­ne engelliyorlar, çünkü sekülerler her geçen gün da­ha bir güven ve güç kaybediyorlar. Aslında bu son derece doğaldır. Çünkü sekülerler, Müslüman top­lamlardan çok belli küçük bir zümrenin ve bu züm­renin her bakımdan bağımlı olduğu Batılı güçlerin çıkarlarını koruyorlar. Bu durum da, sömürgeciliğin sona ermesinden bu yana ortaya konan seküler tec­rübelerle kanıtlanmış apaşikâr bir gerçektir.

İslam zekası, eşyayı hakiki ışığında görünceye ka­dar kendini buna (demokrasiye) alıştırmalıdır. Amerika, siyonistler ve sekülerler İslam dünyasına de­mokrasinin gelmesinden korkuyorlar. O halde, ey din kardeşim, sen peki neden onlar ile aynı korkuyu paylaşıyorsun ki? Bu güzel düşünceyi yok etmeleri için onlara neden destek oluyorsun?

İslamcılar, İslami hareketin başarılarına rağmen güç dengesinin mücadelelerinin basit şeyler olduğu­nu, gücü/iktidarı ele geçirmek gibi bir amaçları, maslahatları olmadığını idrak etmelidirler. Güç den­gesi sekülerlerin maslahatınadır. Yönetim, İslami ha­reketin tek başına yapamayacağı bir şey olabilir. Bel­ki en iyi seçenek, güç dengesi ne olursa olsun yöne­time iştirak etmektir. Bu zamanın geçmesiyle İslami hareketin elde etmiş olduğu başarıları korur. Yöneti­min tek elde olması, İslamcıları bir projektörün altı­na sokar ve daha sonra yalnızlıklarını getirir. Daha doğrusu İslami hareketler tüm politik güçlere açık ol­malı ve ulusal partiler ile ittifak yolunu geliştirmeli­dirler. İslamcılar ulusal partiler ile hatta batıdan ge­len zarar vermeyen düşünceler ile ortak zeminde diy­alog inşa etmeliler; ki böylece Siyonist tehdide karşı ortak göğüs gerelim. Siyonizm tüm İslam ülkeleri ve dünya için tehdit oluşturuyor. Siyonist tehdit, değer­leri, aileyi ve dini tehdit ettiği gibi tüm insanlık için iyi olan her şeyden kurtulmanın yollarını arıyor. İs­lam dünyasında, İslami yöneliş ile diğer siyasi yöne­lişler arasında çatışmayı azaltmalıyız. Allah hepimi­zin yardımcısı olsun.

"Kim Allah'a karşı gelmekten sakınırsa, Allah ona sıkıntıdan çıkış kapılan açar. Onu hiç ummadığı yerler­den rızıklandırır. Allah'a dayanıp güvenene Allah kâfi­dir" (Talâk/2-3).

Bu gibi vaadler mutlaka bizim ruhumuza ve gele­cek nesillerin ruhuna mezcedilmelidir. İslam güneşi, alemi aydınlatacaktır. Ancak kendimizi İslam ile eğitmeli, Allah'dan korkmalı, namazlarımızı muha­faza etmeli, Kur'an okumalı ve Allah'ı (c.c) günlük yaşantımızın her anında hissetmeliyiz. Allah'ın yar­dımı olmadan hiçbir şeyi değiştiremeyeceğimize inanmalıyız.

"Allahu Teala iradesini yerine getirmekte her zaman mutlak Galiptir, fakat insanların çoğu bunu bilmezler" (Yunus/21).

Kaynak: Umran Dergisi: Mart 2002, Sayı: 91, Sayfa: 96-100

 

Not: Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Urvetü'l Vuska'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer