Ana Sayfa  /  DÜŞÜNCE  /  Kur'an'ı Kerim'de Olmayan ve Onunla Çelişen Ceza: Recm / Hüseyin Tekin GÖKMENOĞLU
  • Facebook da Paylaş
Kur'an'ı Kerim'de Olmayan ve Onunla Çelişen Ceza: Recm / Hüseyin Tekin GÖKMENOĞLU
  • 27-11-2014
  • 0 yorum
  • 5574 okunma
Kur'ân-ı Kerim'de zina suçunun cezası ile ilgili recm yok ise de başka bir hüküm yok mudur? Bu suçun cezası sadece sünnette yer alan rivayetlere mi bırakılmıştır?

“Recm" yani zina eden suçluları taşlayarak öldürme cezası fıkıh kitaplarında onlarca asırdan beri yer almasına rağmen, son zamanlarda gerek İslâm aleminde, gerekse İslâm ülkeleri dışındaki başka yerlerde, kısacası hemen tüm dünyada insan­ların gündeminde olan önemli konulardan biridir.

Özellikle 1992 yılında, Nijeryalı Emine Neval'e gayr-i meşru bir çocuk doğur­masına binaen zina yaptığı gerekçesiyle eyaletindeki şeriat mahkemesi tarafından verilen recm cezası haberi çok kısa bir sürede tüm dünyaya yayıldı. Cezanın temyiz mahkemesinde bozulması ve infazının durdurulması için uluslararası birçok insan hakları ve kadın hakları savunucusu kuruluş harekete geçti. Nitekim bu karar 2003 Eylül'ünde sanığa yeterli savunma fırsatı verilmediği gerekçesiyle üst mahkeme tara­fından usûl yönünden bozulmuştu. Fakat bu tarihe yakın dönemlerde aynı cezalar diğer bazı İslâm ülkelerinde, şer'î olduğu iddia edilen mahkemeler tarafından verildi ve infaz edildi. Belki bu ceza ve infazlarla ilgili bilgi ve haberler lokal kalıp dünya kamuoyuna mâl olacak imkanı bulamadı.

Sözünü ettiğimiz bu olay sebebiyle, recm cezâsının İslâm'daki yeri ve delilleri hususunda daha önceden zayıf da olsa bir şekilde var olan tartışmalar, gerek alimler gerekse entelektüel kesimler arasında yeniden aktüel bir tartışma meselesi haline gelmedi. Ve dünyada İslâm böyle bir ceza ile Müslüman olmayan insanların inanç ve fikir dünyasına yeniden girmiş oldu.

Biz de bu konuda mevcut dinî verileri ve çok kısa da olsa geçmiş yorumları or­taya koyarak, genelde fıkıh kitaplarında yer alan hükmün etkisinde kalmadan yeni bir yaklaşım ve yorum tarzıyla ulaştığımız sonucu bu konu ile ilgilenen kesimlerle paylaşmak istiyoruz.

Bir kimseyi öldürünceye kadar taşlama, taşa tutma, lânetleme, kovma, sövme, birinin namusuna iftira etme, kötü zanda bulunma1 anlamına gelen recm kelimesi, bir fıkıh terimi olarak evli veya dul olan erkek veya kadının zina etmesi halinde onu mahkeme kararıyla umuma açık bir yerde "ölünceye kadar taşlamak" cezası2 anla­mındadır. Arapça “r.c.m.” kökünden bir mastar isim olan recmin, çoğulu "rucûm" dur. Aynı kökten sıfat "racîm"; kelimesi ism-i mef'ûl anlamında recm olunan/ taşlanan/ kovulan ve lânetlenen demektir. Nitekim Şeytanın sıfatıolarak geçen racîm kelimesiyle “kovulmuş, lanetlenmiş, taşlanmış şeytandan Allah ’a sığınırım” manasına gelir. Recmdeki taşlama, aslında çok şiddetli bir lanetlemenin bir şekilde dışarıya vuruluş ve ifade ediliş şeklidir.

Kur'an-ı Kerim'de recm ve çoğulu rucûm kelimeleri fiil, isim ve sıfat olarak 14 ayet-i kerimede geçmesine rağmen bunlardan hiçbirinde zina suçunun cezası olarak taşlayarak öldürmek anlamında kullanılmamıştır. Bilakis taş atmak anlamında bu kelimenin geçtiği ayet-i kerimelerin hepsinde de hep peygamberlerin onun elçilerinin ve inanmaktan başka suçları olmayan birtakım masum insanların recmedilmesinden söz edilmektedir.3 Diğer ayet-i kerimelerde ise bu kelime, “gayba taş atmak, taşla­mak”4 "Yıldızları Şeytanlar için atış, taşları (taneleri) yapmak"5 gibi yukarıda işaret ettiğimiz sözlük anlamlarıyla yer almıştır.

Zina suçunu işleyenlerin taşlanarak öldürülmesi cezasının kesin İslâmî bir ce­za olduğunu ileri sürenler de vakıa olarak böyle bir cezanın Kur'ân-ı Kerim'de yer almadığını, dolayısıyla Kitap'tan herhangi bir delilinin bulunmadığını kabul ederler.

Onlara göre bu ceza, İslâm hukukunun hüküm kaynaklarından Sünnet ve icmâ' delil­leriyle sabit olmuştur.

İleride kaydedeceğimiz gibi Hz. Peygamberin bizzat kendisinin ve Raşit halife­lerin kendi dönemlerinde zina suçunu sabit görmeleri halinde bu cezaya hükmettikle­ri ve infaz ettirdiklerine dair epeyce rivâyetler bulunmaktadır. Hz. Peygambere atfedi­len olaylar ve irâd ettiği iddia edilen hadislerin subûtu tartışmasız değildir. Daha sonraki uygulamaları da dikkate aldığımızda, tarihi süreçte bu meselede güçlü bir geleneğin oluştuğunu müşâhede etmekteyiz. Gerek Selçuklu gerekse Osmânlı dönem­lerinde de bu cezanın, suçun ispat şartlarındaki ağırlık sebebiyle birkaç defa uygu­landığı şer‘iye sicillerindeki ilgili kayıtlardan anlaşılmaktadır. Bu şekilde ispat edile­meyen zinâ suçlarında berat kararları verilmemiş tazîr veya örfî ceza olarak o dö­nemde yürürlükte olan kanunnamelerde öngörülen para cezalarına hükmedilmiştir.6

Az evvel işâret ettiğimiz gibi, şeriat mahkemeleri tarafından nadiren de olsa geçmişte ve günümüzde verilen böyle bir ceza, ne zinânın ne de başka bir suçun kar­şılığı olarak şeriat hükümlerinin birinci ve sübûtu bakımından tartışmasız kaynağı olan Kur'ân-ı Kerim'de yoktur. Bilindiği gibi bu konuda sadece Sünnette, teknik bakımdan “mütevâtir” derecesine ulaşmayan “meşhûr” bazı rivâyetler7 bulunmakta ve bunlar delil gösterilerek bu konuya yer veren fıkıh kitaplarında recm cezasına dair hükümler yer almaktadır.

Kur'ân-ı Kerim'de zina suçunun cezası ile ilgili recm yok ise de başka bir hü­küm yok mudur? Bu suçun cezası sadece sünnette yer alan rivayetlere mi bırakılmış­tır?

Evvela şunu belirtmek gerekir ki, Kur'ân-ı Kerim'de hükmü bulunmayan bir hususta sadece Sünnetin getirdiği hükmün geçerli olacağında hiçbir şüphe ve tartış­ma yoktur. Meselâ âkıle'nin diyete katılma yükümlülüğü, nikahta şahitlerin gereklili­ği, şuf a hakkının meşruluğu, deniz hayvanlarının ölüsünün yenilebileceğine dair ahkam Kur'ân-ı Kerimde bulunmayıp sadece sünnette yer almaktadır. Ama sünnet olduğu iddia edilen bu rivayetler Kitab'ta olmayan bir mesele hakkında hüküm bildi­rirken dolaylı olarak Kitabın başka konularda sarih olarak bildirdiği hususlarda onun zahiri ile çelişiyorsa burada oldukça ihtiyatlı davranmak gerekir.

Zinâ eylemi Kur'ân-ı Kerimde hem lafız olarak hem de tanım derecesinde (fu­huş irtikab etmek şeklinde) herkesin anlayabileceği biçimde zikredilmiş, Müslümanlar bu fiile yaklaşmamaları hususunda uyarılmış ve bu suçun cezasına ilişkin apaçık hükümler yer almıştır.

Zinaya yaklaşmayın. Çünkü o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur." (İsrâ 17/32) ayeti ile bu fiil yasaklanmış ve takbih edilmiştir.

Zinânın sadece kınama ile geçiştirilecek basit bir kabahat olmayıp müeyyideli bir suç olduğunu gösteren ve bu hukuka aykırı eylemin doğrudan müeyyideleriniortaya koyan ayrı ayrı ayet-i kerimelerde şu ifadeler yer almaktadır.

"Kadınlarınızdan fuhşu irtikâb edenlere karşı içinizden dört şahid getirin. Eğer şehâdet ederlerse onları ölüm alıp götürünceye, yahud Allah onlara bir yol açıncaya kadar kendilerini evlerde alıkoyun (insanlarla ihtilattan menedin)" (Nisa 4/15).

"Sizlerden fuhşu irtikab edenlerin her ikisini de (kınayarak) eziyete koşun. E­ğer tevbe edip (nefislerini) ıslah ederlerse artık onlara (eziyetten) vazgeçin. çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden, en çok esirgeyendir" (Nisa4/ 16).

"Zinâ eden kadınla zinâ eden erkekten her birine yüzer deynek vurun. Eğer Al­lah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız bunlara, Allah'ın dinini tatbik hususunda, acı­yacağınız tutmasın. Mü'minlerden bir zümre de bunların azabına (bu cezalarına) şahid olsun" (Nur 24/2).

“Zinâ eden erkek, ancak zinâ eden veya putperest bir kadınla evlenebilir. Zinâ eden kadın da ancak zinâ eden veya putperest bir erkekle evlenebilir.Bu müminlere yasak edilmiştir” (Nur 24/3).

Bu ayet-i kerimelere muhtevalarındaki hükmün geçerli olduğu şahıslar bakı­mından göz attığımızda görüyoruz ki ilk ayette (Nisâ 4/15) sadece zina eden kadınla­ra dair bir hüküm ortaya konulmuştur. Evlerde hapis olma şeklinde anlayabileceğimiz bu ceza hükmünün kapsamına bu suçu işleyen erkekler girmemektedir. Meseleyi İslâm'ın diğer hükümleriyle birlikte bütüncül bir yaklaşımla değerlendirdiğimizde, bu durum erkeğin evin nafakasını temin etme mükellefiyetinin gereklerine de uygun düşmektedir. Yani kadın için öngörülmüş böyle bir cezanın, erkekler için de geçerli olması halinde erkeğin mükellef olduğu nafaka teminine mani olacağı açıktır. Bu durumda ceza sadece zina eden suçlu erkekle sınırlı kalmayacak, onun bakmakla yükümlü olduğu masum insanlar da bu cezadan doğrudan ve şiddetli bir biçimde etkilenecektir.

Kur'ân-ı Kerim, bir sonraki âyet-i kerimede (Nisâ 4/16), erkek ve kadını birlikte ele almış ve onlara aralarında fark gözetmeksizin aynı şekilde “bir biçimde eziyet edilmesini” öngörmüştür. Fakat bunların tevbe etmeleri ve ıslah olmaları halinde bu eziyete son verilmesi istenmiştir.

Yine yukarıda zikredilen daha sonraki ayet (Nur 24/2) hükmün geçerli olacağı şahıslar bakımından evli-bekar ayırımı yapmadan hem umumi hem de mutlak olarak erkek-kadın her ikisinden de bu suçu işleyenlere yüzer değnek vurulmasını öngör­müştür.

Ancak daha sonra ayrıntılarıyla üzerinde duracağımız üzere, özellikle son ayet (Nur 24/2), müstakil olarak veya Kur'ân-ı Kerim'de bu meseleye ilişkin bulunan ayet­lerle birlikte ele alındığında bu cezanın sadece bekarlara uygulanacağına dair hiçbir işaret veya delalet bulunmamasına rağmen, buradaki cezanın Kur'ân-ı Kerim dışında başka delillerle, sadece bekarlara tahsis edildiği ve yalnızca bunlara tatbik edileceği görüşü İslâm alimlerin büyük bir çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. Dolayısıyla hükmün geçerli olacağı şahısların ayet-i kerimenin zahirinden anlaşıldığının aksine umumi olmadığı ileri sürülmüştür. Hukukçu ve müfessir alimlerin çok büyük çoğun­luğunu bu anlayış ve yaklaşım tarzına sevk eden sebepler ana hatlarıyla şöyledir:

Kur'ân-ı Kerim'de doğrudan zina suçunun cezası olarak bunlar ifade edilmiş olmakla beraber Hadis mecmualarında yer alan rivayetlerde Hz. Peygamberin muhte­lif zamanlarda zinâ etmiş kimselere evli olmalarından dolayı recm cezası hükmünü verdiği ve bunları infaz ettiğine dair rivayetler yer almaktadır.8 Öyleyse bu ayet-i kerimelerde öngörülen cezalar ile bu rivâyetlerde yer alan cezalara hükmetme sebeplerinde ve şartlarında bazı farklılıklar olmalıdır.

Bazı rivayetlerde ise Hz. Peygamber’in bu cezayı kendisine müracaat eden Yahudilere de Tevrât’ın bir hükmü olarak uyguladığı ifade edilmektedir.9 Özellikle Hz.Peygamberin evli Müslümanlardan bu suçu işleyenlere recm tatbik ettiğine dair riva­yetleri dikkate alarak Sünnî fıkıh ekollerindeki müctehidlerin hepsi bu cezanın şer'î ve gerekli bir ceza olduğu hususunda icmâ' etmişlerdir. Hariciler, Mutezile'den Nazzâm (ö.231/845) ve Şiâ'dan bir kısım hukukçunun bu cezayı şer'î bir ceza görme­diklerine ilişkin bazı kaynaklarda bilgiler bulunmaktadır.10

Bundan da öte, yine bu kaynaklardan bazılarında, bu ayetlerden sonra Nûr sû­resinde evliler hakkında bir recm âyeti geldiği, önceki (celdeyi emreden) vahyin bekâr (zâni) hakkında olduğu sonra bu recm âyetinin tilâvetten kaldırıldığı fakat hükmü­nün bâki kaldığı gibi birtakım bize göre kabulü imkansız rivayetler de yer almakta- dır.11

Şimdi herhangi bir önyargı ve taasuba düşmeden, recm cezasına ilişkin kendi vardığımız neticeyi ortaya koymak istiyoruz. Burada kaydettiğimiz hususların bir kısmı daha önce bu mesele ile ilgili yapılan tartışmalarda dile getirilmiştir. Ama bizim çoğu farklı argüman ve değerlendirmelerimiz okuyucunun takdirine sunulacaktır.

Yukarıda zinâ suçu ile ilgili ayet-i kerimeler arasında kaydetmiş olmamıza rağmen buraya kadar değerlendirmesini yapmadığımız, Nur sûresinin 3. ayetini yine hatırlatacak olursak: “Zinâ eden erkek, ancak zinâ eden veya putperest bir kadınla evlenebilir. Zinâ eden kadın da ancak zinâ eden veya putperest bir erkekle evlenebilir. Bu müminlere yasak edilmiştir.” buyruluyor. Recmle öldürülen kimse evlenemeyeceğine göre recm hükmü bu ayet-i kerime ile mutabık değildir. Gerçi burada hemen bu hükmün de celde cezası gibi sadece bekârlara ilişkin olduğu itirazı akla gelebilir. Fakat bilindiği gibi İslâm'da teaddud-u zevcât caizdir. Zina konusunda Kur'ân-ı Kerim'de geçen bütün hükümleri bekarlara tahsis etmek, evlilerle ilgili hükümleri sadece sünnete bırakmak şahsen bizce kabulu kabil olmayan garip bir durumdur. Yani bu konuda Kur'ân-ı Kerim'in muhatabı sadece bekarlar, "sünnetin" muhatabı ise sadece evliler mi olmuş oluyor?! Recm gibi, celde cezasına göre kıyaslanmayacak derecede ağır ve önemli bir cezayı Kur'ân-ı Kerim'de öngörmekten/ vaz' etmekten -haşa- Allâh'ı menedecek bir güç mü vardır? Kur'ân-ı Kerim'de daha başka suçlar için öngörülmüş, suçun şiddet ve ağırlığıyla orantılı şiddet içeren kısâs cezası, el kesme cezası gibi korkutucu müeyyideleri vardır. Elbette zinâ suçu da toplumda onarılamayacak hasar­lar ortaya çıkaran ağır bir suçtur. Ama suç ne kadar büyük olursa olsun hayvana bile reva görülmeyecek bir öldürme şeklinin insan için şer'î bir ceza olarak Kur'ân-ı Kerim'de söz konusu olmamasına rağmen mütevâtir olmayan bazı meşhur rivâyetlere dayanarak İslâm'a mâl etmek, Müslümanlar dışındaki insanların bu dinin ismini duyunca, sadece korkup ürpermesine yol açmaktadır. Bu suçun karşılığı olarak nor­mal bir öldürme cezası söz konusu olsaydı, kanaatimizce bu meseledeki rivâyetlere bu derecede şüpheli ve ihtiyatlı yaklaşılmazdı. Bu ifademiz üzerine bazılarının -şari ne ceza verileceğini size mi soracaktı?-diyeceklerini düşünüyoruz. Biz de diyoruz ki, "Şari" böyle bir ceza vaz' etmiş olsaydı bu ceza da gerek subût gerekse delâlet bakı­mından ötekiler kadar sarih olurdu.

Kaldı ki, kısâs ve el kesme gibi yine çok ağır cezalar öngörülen suçların sanık­larının şahsî durumları, hiçbir zaman cezayı bu derece değiştirmemektedir. Yani suç­lu bekâr ise değnek vurma cezası, ama evli ise öldürünceye kadar taşlama cezası... Bunlar birbiriyle kıyaslanamayacak kadar birbirinden farklı cezalardır. Ağırlaştırıcı sebeb söz konusu olabilir ama ceza adaleti bakımından aynı suça bu kadar keyfiyeti farklı cezalar verilmiş olması bu konudaki rivayetleri bunu bir had cezası olarak dü­şünmemize engel olmaktadır. Bu bir ceza ehliyeti meselesi değildir. Yani evli veya bekar olmak ceza ehliyetini değiştirmez. Ceza ehliyeti buluğ ve akılla ilgili bir netice­dir. Ancak evlinin zinâsı bekarın zinâsına göre ağırlaştırıcı neden olabilir. Nikah ve nesep elbette İslâm hukukunda çok önemli kavramlardır. Bunların korunması lazım­dır. Fakat burada garip olan şudur. Zina vakıası bunu dört şahidin görmesine bağlı bir hadise değildir. Bir kişi de görse hatta kimse görmese bile bu fiil gerçekleşmişse zina vardır. Demek ki burada bu derece ağır bir ceza ile cezalandırılan suç mutlak zinâ eylemi değil, dört kişinin apaçık görebileceği bir alenilik kazanan, neticesinde nesebi meçhul bir çocuğa hamile kalınan veya itiraf edilen zinâdır. O halde cezalandı­rılan mutlak zinâ değil, bunun bir bakıma aleni yapılması, hamile kalınması veya işlenen suçun itiraf edilmesidir. Kaldı ki bugün tıbbî tekniklerle itham edilen şahısla­rın bu suçu işleyip işlemedikleri ispat edilebilir. Ama rivayetlerin aradığı şartlar ger­çekleşmediği için bunlara ceza verilemez.

Ayrıca yukarıda kaydettiğimiz "Sizlerden fuhşu irtikab edenlerin her ikisini de (kınayarak) eziyete koşun. Eğer tevbe edip (nefislerini) ıslah ederlerse artık onlara (eziyetten) vazgeçin. Çünkü Allah tevbeleri çok kabul eden, en çok esirgeyendir" (Ni- sa4/ 16) ayet-i kerimesinden, tevbe ve ıslâh ile bu suçun cezasının sürekli olmasın­dan kurtulmanın mümkün olduğunu anlıyoruz. Yani buna göre suç oluşmuştur ve ceza tayin olunmuştur. Fakat tevbe ve ıslah halinde öngörülen bu mütemâdi ceza sürekli olmaktan çıkarılabilir. Bu hususun Kur'ân-ı Kerim'in nuzûlünde bir tedric usûlü olduğu da iddia edilemez Zira nuzul sürecinde kısâs ve el kesme gibi recme göre daha hafif cezaların sebebi olabilecek kasten öldürme-yaralamalarda ve hırsızlık suçlarında hiçbir zaman böyle bir tedric söz konusu olmamıştır. Yani sözgelimi hak­sızlıkla kasten adam öldürene veya hırsızlık eden bir kimseye ilişkin Kur'ân-ı Kerim'- deki bildiğimiz kısâs ve el kesme hükümlerinden önce, daha hafif cezalar öngörülmüş değildir. Böyle bir katil ve hırsız da tevbe edebilir ama neticesi ancak ahirete müteallık olarak umulur. Kaldı ki recm kısâsa nazaran bize göre çok daha ağır bir cezadır. Recmde adeta işkence ile öldürme vardır.

Yine bu konuda az önce temas ettiğimiz -recm âyetinin tilâvetten kaldırıldığı fakat hükmünün bâki kaldığı- hususu, akıldan geçirilmesi dahi son derece tehlikeli ve gayr-ı makbul bir faraziyedir. Bunu kabul etmek başka iddialara emsal teşkil eder ve İslâm'a yapılacak benzeri görülmemiş bir kötülük olur. Bunun gibi siyâsete ilişkin şu konuda da ayetler var idi ama elimizdeki Kur'ân-ı Kerim'de bunlara yer verilmedi diyenler çıkabilir ve buna ilişkin bazı eserlerde yer alan mesnetsiz rivâyetleri de delil gösterebilir. Buna itiraz edilmesi halinde de önceki meseleyi emsal gösterir. Ne bu iddianın ne de önceki iddianın İslâm'a ve onun ana kaynağı Kur'ân-ı Kerimle ilgisi olamaz.

Bu meselede Kur'ân-ı Kerim'in recm cezasına mutâbık mı, muvâfık mı yoksa muârız mı olduğunun tespit için muhsanât kelimesi çok büyük önem arzetmektedir. Zira geçtiği ayetlerdeki siyâk ve sibâka göre bu kelimenin anlamı farklılıklar arzetmektedir. Kelimenin fiil vezni olan “ ahsen ” vezni, iman etme-İslam'a girme, hür olma veya hürriyete kavuşma, evlenme ve iffetli olma gibi anlamlara gel­mektedir. Bu anlamlardan hareketle de muhsanât kelimesi, mümine, hür veya hürri­yetine kavuşmuş kadın, evli kadın, veya iffetli namuslu kadın anlamlarına gelmekte- dir.12 Mesela, "vellezîne yermûne'l-muhsanât" (Nûr, 24/4) ve “innellezîne yermüne'l- muhsanât” şeklinde başlayan (Nûr, 24/233) ayet-i kerimelerde bu kelimenin bekar veya evli iffetli namuslu kadınlar anlamına geldiği açıktır. Burada sadece evli mümi­ne kadın kastedilmiş olamaz. Çünkü bekar olan kadınların da şeref ve haysiyetinin korunması tabiidir. Aksi halde bekar kadınlara iftira atmak serbestmiş gibi hukuka aykırı bir durum ortaya çıkar.

Aynı ayet-i kerimede bile bu kelimenin farklı anlamlarda kullanıldığını tespit edebiliyoruz. Burada recm cezasını Kur'ân-ı Kerim açısından değerlendirebilmek için özellikle Nisâ 4/25 ayet-i kerimesi çok büyük önem taşımaktadır. Zirâ bu ayette geçen müteaddit muhsan ve kök kelime ihsan lafızlarının anlamları yerinde tespit edilirse bize göre mesele büyük ölçüde halledilmiş olmaktadır. Ayet-i kerime meallerde yer aldığ şekliyle şöyledir.

“Sizden her kim hür mümin kadınları (el-Muhsanâtu'l-Mü’minât) nikah edecek bir zenginliğe gücü yetmiyorsa, ona da ellerinizin altındaki mü’min cariyelerinizden efendilerinin rızası ile nikahlayabilir. Allah sizin imanınızı daha iyi bilir. Siz birbiri- nizdensiniz. O halde efendilerinin izni ile ve mehirlerini örfe göre vermek suretiyle cariyelerden iffetli olan (muhsanât) zina etmeyen, dost da edinmeyenlerle evlenin. Evlendikten sonrabir fuhuş yaparlarsa, o vakit (evli) hür kadınlar hakkında gerekli bulunan cezanın yarısı kendilerine lazım gelir. Bu hüküm­ler, içinizden günah işlemekten korkanlaradır. Sabretmeniz ise, sizin için daha hayır­lıdır. Allah Gafûrdur, Rahimdir (çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir).

Bu ayet-i kerimede ilk geçen "muhsânat" keimesinin "hür kadın" anlamında olduğu açıktır. Çünkü -eğer böylesiyle evlenmeye imkan bulamazsanız ellerinizin altındaki cariyelerle evlenin!- buyrularak birbirinden farklı iki ayrı statü belirtilmiştir.

Daha sonraki muhsanât lafzı ise iffetli kadın anlamındadır. Efendilerin izniyle denildiğine göre "hür olma" vasfı kastedilmiş olamaz.

Ayetin devamında cariyeler için yine bu kelimenin fiil şekli olan—fe izâ uhsınne- ifadesi geçmektedir ki bu da "evlendirildikleri vakit..." anlamına geldiği yine ayetin siyak ve sibâkından anlaşılmaktadır. "İman ettikleri vakit" anlamına gelemez zaten mümine olan cariyelerden söz edilmektedir.

Bize göre bu Nisâ 25. ayet-i keîme içinde hemen bundan sonra gelen el- muhsanât kelimesine verilecek anlam yukarıdaki sorunun cevabının verilmesinde kırılma noktasını oluşturmaktadır. Zira burada, evlendirildiği vakit zina eden cariye- lerin cezasının, bu "muhsanâtın" önceden belli cezasının yarısı kadar olacağına işâret edilmiştir. Peki bu "muhsanât" yukarıdaki anlamlardan hangisini karşılamakta­dır.?.... Burada bir ceza öngrüldüğüne göre iffetli kadın anlamında olamaz. Mümine hür kadının kastedildiğinde de şüphe yoktur. Çünkü onun cezası farklı bir statü olan cariyenin cezasına mihenk olmuştur. Fakat buradaki hür kadın evli mi yoksa bekar hür kadın mıdır? Eğer evli hür kadın dersek, Kur'ân-ı Kerim recm cezasına muarızdır, yani Kur'ân-ı Kerim bu cezaya itiraz etmiş olmaktadır ve dolayısıyla bu konudaki meşhur rivâyetlerle çelişmektedir. Zira Hadis Mecmularında geçen rivayetlere göre evli hür kadının cezası recm yani bir biçimde öldürmedir. Kur'ân-ı Kerim bunu tekzip etmiş olmaktadır. "Ölümün yarısı" diye bir şey söz konusu olamaz. O halde kastedilen yüz celdenin yarısıdır.

Ama bu muhsanât'ın anlamı "bekar hür kadınlar" denirse, bu tercih recmle ilgi­li rivâyetlere aykırı düşmeyecek, dolayısıyla Kur'ân-ı Kerim bu rivayetlere muârız olmayacaktır. Ama böyle bir tercihte bulunabilmek için muhsânat kelimesin “mevlâ” kelimesi “kurû’” gibi birbirine zıt anlamlar ifade eden türden "müşterek" bir kelime olması gerekir. Bilindiği gibi mevlâ kelimesi hem efendi hem köle, kurû' kelimesi hem hayız hem de temizlik anlamlarına gelmektedir. Halbuki muhsan kelimesi hem evli hem bekar anlamına gelmez. Buradaki muhsanât kelimesiyle vurgulanan husus ka­dınların bekarlığı değil, iffetlilik ve bu açıdan erkekler tarafından evlenmek için ideal telakki edilen kadın olmaktır. Zaten fıkıh usûlünde de aslolan lafzın müşterek ol­mamasıdır. Böyle bir ihtimal varsa bile müşterek olmama ihtimâli tercih edilir.13 Bu açılardan buradaki bu lafzın "bekâr hür kadın" anlamına gelmesi mümkün görün­memektedir.

Diğer taraftan evli bir cariyenin cezasının bekar bir kadın yerine evli hür bir kadınla karşılaştırılarak belirlenmesi ayetin zahirine daha uygundur. İki farklı statü­deki şahsın ortak özelliklerine göre karşılaştırılmış olması mantıkî olarak daha tutar­lıdır. Diğer bir ifadeyle evli ve cariye bir kadının cezasının, hem hür hem de bekar bir kadının cezasının esas alınarak belirlendiğinin ileri sürülmesi, daha uzak bir ihtimal­dir. Gerçi bu ayetin en başında geçen muhsanât kelimesi "bekar hür kadın" anlamın­dadır, ama burada da aynı şekilde vurgulanan ve asıl kastedilen bu kadının bekarlık niteliği değil, hürriyet niteliğidir. Yukarıda da işâret ettiğimiz gibi -eğer böylesiyle yani hür kadınlarla evlenmeye imkan bulamazsanız ellerinizin altındaki cariyelerle evlenin!- buyrulmuştur. Burada inkar edemeyeceğimiz bekarlık vasfı ise kasıt değil sonuçtur. Çünkü evli bir kadınla evlenmeye imkan bulamamaktan söz edilemez. La­fızdaki kasıt kadının hür olma vasfıdır. Zaten bir önceki ayet-i kerimede Nisâ 4/24 geçen kelime "evli hür kadın" anlamında kullanılmıştır. Bu ayet-i kerîmede de bir önceki ayette Nisâ 4/23 başlanılan evlenilmesi haram olan kimselerin (muherremât) sayılmasına devam edilmektedir. Buradaki haram olma sebebi kadınların evliliğidir.

Dolayısıyla Kur'ân-ı Kerim'de birbirine çok yakın yerlerde bu kelime hem evli hür kadın hem de hür kadın anlamında kullanılmıştır. Nisâ 4/25 de geçen ikinci muhsânat kelimesi "evli hür kadın" anlamında olması halin icâbına daha elverişlidir. Zira cariyenin de evlendirilerek muhsan hale gelmesi vurgulanmaktadır.

Diğer taraftan İslâm hukukunda köle-cariye ile hür olan kimselerin cezâ ve di­yetleri diğerinin yarısı kadardır. Meselâ kölenin diyeti hür kimsenin diyetinin yarısı­dır. Yine kölelerin cezası da hür kimselerin cezasının yarısıdır. Meselâ kazf haddi hür kimseler için 80 değnek14, köleler için bunun yarısı olan 40 değnektir.15Burada eğer muhsânat kelimesini "bekar hür kadın" olarak anlarsak bu denge bozulmuş olmakta­dır. Cariye ve aynı zamanda evli olan bir kadının, hem hür hem de bekar olan bir kadın dikkate alınarak cezasının belirlenmesi de bu genel kurala ters düşmektedir.

Yukarıda kaydettiğimiz ilgili ayeti kerimelerdeki sarahate rağmen Sünnette mevcut olduğu iddia edilen tatbikata bağlı kalarak İslâm'da recm cezasının hadd cezası mahiyetinde olduğunu ileri sürmek, Kitap, Sünnet, şeklindeki deliller hiyerar­şinde yer değiştirmeyi dolayısıyla Sünneti Kitâb'a tercih etmek anlamına gelir. Bunun ise kabulü mümkün değildir. Kaldı ki bu konuda Sünnet olarak nakledilen haberler mütevâtir olmadığı gibi bütünlük arzeden bir mahiyette de değildir.

Gerçi fıkıh usulü kitaplarında Kur'ân-ı Kerim'de geçen umumi bir hükmün, haber-i vahid dışında gerek meşhur, gerek mütevatir mahiyette sünnetten bir delil ile tahsis edilebileceğine dair hemen hemen görüş birliği vardır. Haber-i vahid ile bu tahsisin yapılamayacağını özellikle Hanefîler vurgulamıştır.

Fakat burada bu bağlamda sünnetin Kitâbı tahsis ettiğinin iddia edilmesi bize göre mümkün değildir. Bunun söylenebilmesi için umûmî ifâdenin tahsise elverişli olması ve yine bunun tahsis edecek olan (muhassıs) ifade ile de çelişmemesi lazımdır. Bu meselede Kitâb'ta yer almış olan umûmî ifade, mevcut olduğu haliyle anlaşıldığı takdirde de gayet normal ve Kitâb'ın bu alandaki diğer hükümleriyle çelişmeyen, başka bir tefsire ihtiyaç duyulmayan niteliktedir. Sünnet olduğu iddia edilen ve tek­nik bakımdan meşhûr sayılan bu alandaki haberleri burada muhassıs (tahsis edici) olarak devreye sokamayız. Böyle yapmaya kalkarsak, bu rivâyetlerdeki tamamen farklı ve çelişkili hükümler yanında ve az önce sözünü ettiğimiz elverişlilik keyfiyeti­nin mevcut olmamasından dolayı bir tahsisten değil, bize göre bir tefsir usulü terimi olarak nesihten, yahut bir hukuk terimi olarak burada şer'an caiz olmayan bir ilgâ dan söz edebiliriz. Çünkü sarih bir Kur'ân hükmünün şeklen mütevâtir olduğu bile iddia edilse Sünnet kabilinden bir rivâyetle ilgâ edilmesi mümkün ve caiz değildir.

Bu noktada her ne kadar Kurtûbî (ö.671/1273) gibi eski müfessirler, bizim yu­karıda “evli hür kadınlar” şeklinde tercüme ettiğimiz Nisâ suresini 4/25. ayetindeki el- muhsanât kelimesini recmle ilgili rivayetlerin etkisinde kalarak sadece “bekar hür kadınlar” şeklinde tefsir etmişler ise de16, Türkçe meâlini yazanların hemen hepsi, bu kelimeye sadece "hür kadın" olarak anlam vermişlerdir.17 Mütercimlerin bu kelimenin anlamı hakkındaki tercihleri, daha önce açıkladığımız sebeplerle recim hakkındaki görüşünü de bu vesileyle doğrudan yansıtmış olmaktadır. Kurtûbî gibi "bekar hür kadın" diyenler recmi bir had cezası olarak kabul etmekte, sadece "hür kadın" diyenler bu konuda sessiz kalmayı ve tercihte bulunmamayı yeğlemektedirler. Bazı alimler ise bu kelimeyi özellikle "evli hür kadınlar" diye tefsir etmektedirler. Bize göre de bunun tersini zorlayan her türlü yorum Kur'ân'ın mübîn yani açık ve açıklanmış olma keyfi­yetine mutabık olmayan bir yaklaşımdır. Nitekim son asrın çok önemli Kur'ân alimi Muhammed Esed (ö1992) ise kendi meâlinde ayet-i kerimede geçen bu lafzı bize göre de olması gereken gibi, saraheten “evli hür kadınlar” şeklinde terceme etmiştir.

Ayet-i kerime bu şekilde anlaşılınca, evli hür kadınların cezasının da Nûr sûre­si 24/2 de belirlenen yüz değnek cezası olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Şayet evli hür kadının cezasının recm olduğu sabit olsa idi, ölüm cezası bölünemeyeceğine ve ölümün yarısı demenin de bir manası kalmayacağına göre bu ayeti anlama ve ondan hüküm çıkarma imkanı kalmayacaktı. Dolayısıyla Nur suresi 2. ayette ke­miyet itibarıyla da belirlenen bu ceza hem evli hem bekarlar için de geçerlidir. Sün­nette olduğu iddia edilen recm ile bu ayetin hükmünün bir kısmı ve Nisâ suresi 4/25. ayet tahsisten öte bize göre caiz olmayan biçimde ilga ettirilmektedir.

Diğer yandan recmle ilgili daha önce kaydetmiş olduğumuz rivayetlerde görü­leceği gibi, bu haberlerde Hz. Peygamberin bu cezayı tatbik etmek istemediği daha doğrusu suçlunun itiraftan vazgeçmesi için bazı teşebbüslerde bulunduğu ileri sü­rülmektedir. Eğer recmin de hadd kabilinden şer'î bir ceza olduğu iddia ediliyorsa Hz. Peygamberin bile böyle bir durumda o olaylarda izlediği iddia edilen bir tutumda olmayacağına dair yine Nûr sûresi 24/2 deki yüz değnek cezası belirlendikten sonra geçen "Eğer Allah'a ve âhiret gününe inanıyorsanız bunlara, Allah'ın dinini tat­bik hususunda, acıyacağınız tutmasın. Müminlerden bir zümre de bunların azabına (bu cezalarına) şahid olsun" ifadeleri açıkça delâlet etmektedir. Kaldı ki yine Hz Pey­gamber bir Hadis-i Şeriflerinde bir suçu işleyenin kızı da olsa cezasını hiç tereddüt etmeden tatbik edeceğini açıkça belirtmiştir.

Yine bazı kaynaklarda Hz. Ali'den rivayetle celdenin hudûd, recmin ise sünnet olduğu ifâde edilmiştir ki bunun da Hz. Ali'ye isnadı zorlama gibi gözükmektedir.18

Bundan başka hadis mecmualarında rastladığımız iki ayrı rivâyette Hz. Ömer ve Hz. Osmân'ın hilâfetleri döneminde recmle ilgili bazı kararlarına Hz. Ali'nin müdâhele ettiği ve onların hatalı karar vermesi üzerine kendilerini ikaz ettiği ve onla­rın da bu ikazlar üzerine kararlarından caydıkları ifade edilmiştir. 19 Bu rivâyetlerden birincisini kabul etmek Hz. Ömer gibi birisinin İslâm Hukukunun en basit ilkelerini bile bilmemekle itham etmek olur. Bir delinin hukuken sorumlu olmayacağını Hz. Ömer'in bileceği gibi istişâre edilecek konuma gelmiş sahâbinin de bilmemesi düşü­nülemez. Halbuki bu rivayette Hz. Ömer ve istişâre ettiği kimselerin bu hükümden habersiz oldukları imâ edilmektedir.

Burada bir yaklaşım türü olarak tenkit kabilinden temas etmek istediğimiz bir husus da şudur. Geleneksel olarak çoğu alimlerimiz Kur'ân'da çok açık biçimde yer alan ve hiçbir tefsir edici rivayet ve habere ihtiyaç duyulmadan her devirde anlaşılabi­len hükümlerde bile, en azından sebeb-i nuzûle başvurmak, recm meselesinde müşâhede ettiğimiz gibi konu ile ilgili farklı rivâyetlere ve bazı argümanlara meseleyi irca etmek gibi çok bağımlı bir anlama usûlünü tercih etmektedirler. Bu durum, kabul ediyoruz ki kesinlikle müsbet bir hassasiyetten kaynaklanmaktadır. Aksi takdirde Kur'an ve sünneti hevaya göre yorumlama şeklinde bir tenkidine maruz kalma söz konusu olabilir ki bu nasslarca yerilmiştir. Fakat böyle bir yaklaşım tarzının ölçü­sünü çok iyi ayarlamak gerekmektedir. Eğer bu noktada ifrâta gidilirse hevaya ka­pılma endişesinin sonuçlarının tahakkuk edeceğinde şüphe yoktur. Tefritte kalınırsa, Kur'ân-ı Kerim'deki en açık hükümlerde dahi -aslında bunda harici bir delille, tahsis, takyid veya nesih sebebiyle bir eksiklik veya farklılık bulunduğu endişesi ile- Müslümanların sürekli bir tamamlayıcı müfessire ihtiyaç duymasına yol açar. Yani bu, Kur'ân-ı Kerim kendi başına hiçbir şey ortaya koyamaz, o mutlaka kendisinden başka haricî başka argümanlarla birlikte değerlendirilmelidir gibi bir sonuç ortaya çıkar ki bu bize göre yukarıda belirttiğimiz Kur'ân-ı Kerimin mübin olma niteliği ile tezat oluşturur. Nitekim recm'in İslâm hukukunda yer alan bir cezâ çeşidi olduğu, bize göre böyle olumsuz bir tefrit yaklaşımın neticesidir.

Eğer her konuda mücmel20 ve hafi21 olmayan beyanlarında bile Kur'ân-ı Keri­min anlaşılması için bazı mütemmim ve müfessir rivayetlerin mevcut olması gerek- seydi, bu mütemmim ve müfessir argümanlarının da bu ayet-i kerimeler kadar subutları sağlam ve tartışmasız olmaları gerekirdi. Aksi takdirde kuvvetli bir delili daha zayıf bir delile feda etmiş oluruz. Bu da yukarıda temas ettiğimiz deliller hiye­rarşisini altüst etmek anlamına gelir ki bu pratik sonucu yeğleyenler bile teorik ola­rak bile böyle bir şeye şiddetle karşı çıkarlar.

Dipnot:

1. Cevheri, İsmail. b. Hammâd (ö. 393/1003), es-Sıhâh Tacü'l-Lügâ ve Sıhâhu'l-Arabiyye (thk. Ahmed Abdul­lah Atar), Mısır, 1375, V, 1928; İbn Manzûr, Ebû'l-Fazl Cemalüddin Muhammed b. Mükerrem (ö. 711/1369), Lisânü'l-Arab, Beyrût, ty., XII, 226-227.

2. Kal'acî, M. Revvâs-Hâmid Sadık Kueybî,Mu'cemu Lugati'l-Fukahâ', Beyrut, 1988, 220.

3. Hûd, 11/91 "Ey Şuayib! Söylediklerinin çoğunu anlamıyor ve doğrusu seni aramızda zayıf görüyoruz. Eğer taraftarların olmasaydı seni taşlardık. Aslında senin bizim yanımızda bir şerefin de yoktur." Hûd kavminin Hz. Şuayib'e söyledikleri sözdür.

Kehf, 18/20 "Eğer onlar sizden haberdar olursa, sizi ya taşlarlar ya da kendi dinlerine döndürürler. Bu durumda asla kurtulamazsınız" Ashâb-ı Kehfe yapılmış olan bir ikâz

Meryem,19/46 46 " Ey İbrâhim Sen benim ilahlarımdan yüz çevirmek mi istiyorsun? Bu tavrına son vermezsen seni taşlarım! Benden uzaklaş git uzun süre yaklaşma!.." Hz. İbrâhim'e babasının sözüdür.

Yâsin, 36/18. "Kasabalılar dediler ki, doğrusu sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık, faaliyetlerinize son vermezseniz yemin olsun ki sizi taşlayaca ız ve bizden şiddetli bir azap size dokunacak" Allâhın elçile­rine bir kasaba halkının sözüdür

Duhân, 44/20 "Beni taşlamanız sebebiyle, benim ve sizin rabbiniz olan Allâh'a sığındım" Hz. Mûsâ'nın Firavun'un adamlarına karşı sözüdür.

4. Kehf, 18/22

5. Mülk, 67/5

6. Bu konuda geniş bilgi için bkz. Menekşe Ömer, "Osmanlıda Zina Cezası olarak Recm", Ma'rife, 3/2 (2003), 13 vd.

7. Keskin Yusuf Ziya, Recm Cezası -Ayet ve Hadis Tahlilleri-, Beyan Yayınları, İstanbul, 2001. Müellifin bu konuda sonuç ifadeleri şöyledir:

"Recmle ilgili rivayetlerde pek çok ihtilaf ve farklılıklar mevcuttur. Ayrıca hadislerin tamamı mana ile rivâtet edilmiştir. Rivâyetlerdeki ihtilaf ve farklılıklar ya hadislerin manen veya ihtisâren rivâyetinden ya râvilerin zabt kusurlarından, ya da ravilerin rivâyetlere yaptıkları eklerden kaynaklanmıştır.

Bazı alimler recmin manen mütevatir mertebesine ulaştığını söylese de recmle ilgili rivâyetler meşhûr olup, mütevatir mertebesine ulaşmamıştır."

8. Bu konudaki başlıca rivayetler şunlardır.

"Cüheyne'li bir kadın zinadan hamile kalmış ve Rasûlullah (s.a.s.)'e gelerek: "Ey Allah'ın Rasûlü! Haddi icap eden bir iş yaptım, bana hadd-i şer'îyi icra et' dedi. Peygamber (s.a.s.) kadının velisini çağırdı: Buna iyi bak, çocuğu doğurduğunda bana getir' buyurdu. (Velisi denileni) yaptı. Peygamber (s.a.s.) emretti. Kadının elbisesi sıkıca bağlandı, sonra emir verdi, kadın taşlandı. Daha sonra (cenazesi) üzerine namaz kıldı. Bunun üzerine Hz. Ömer; Ey Allah'ın Rasûlü, onun üzerine namaz kıldınız, halbuki o zina etmişti' dedi. Rasûlullah (s.a.s.): "O öyle bir tevbe etti ki Medine halkından yetmiş kişiye taksim olunsa hepsine kâfı gelirdi. Allah için canını vermesinden daha faziletli bir şey biliyor musun?' "buyurdu Müs­lim, Ebû'l-Huseyn b. el-Haccâc el-Kuşeyrî (ö. 261/874), el-Cami'u's-Sahîh (thk. M. Fuad Abdülbâkî) Çağrı Yayınları, İstanbul, 1981, Hudûd 28; İbn Mâce, Ebû Abdillâh Muhammed b. Yezîd (ö. 273/886), es-Sünen (ofset baskı), Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, "Diyât”, 36; Malik b. Enes, Ebû Abdillah el- Eshabî (Ö.179/795) el-Muvatta (ofset baskı), Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, "Hudûd”, 11).

"Maiz bin Malik Resululah'a gelerek bir defa (zina) itirafında bulundu. Ben de Resulullah'ın yanında idim. Allah Resulü onu geri çevirdi. Sonra tekrar gelerek onun yanında ikinci defa itirafta bulundu. Al­lah Resulü onu yine geri çevirdi. Sonra gelerek onun yanında üçüncü defa itirafta bulundu. Allah Resu­lü kendisini yine geri çevirdi. Bunun üzerine ben ona:"E er dördüncü defa da itiraf edersen Resulullah seni recm eder dedim. O dördüncü defa da itirafta bulundu. Resulullah ona sordu: "Onunla yattın mı?" Maiz:"Evet" dedi. Resulullah:"Tenini tenine dokundurdun mu? 'Maiz: "Evet' Resulullah: "Onunla cinsi münasebette bulundun mu?" Maiz:"Evet Resulullah: "Zina nedir bilir misin ? "Maiz; "Evet bir adamın karısına helal olarak yapağını ben ona haram olarak yaptım." dedi. Resulullah;"Bu sözle ne demek isti­yorsun? Maiz: Beni temizle Ya Resulullah!" dedi. Allah Resulü Maiz'in recmini emretti ve recm edildi. Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmâîl (ö. 256/869), el-Câmi'u's-Sahîh, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1991, "Ahkâm”, 21, "Hudûd”, 28; Ebû Dâvûd, Süleymân b. el-Eş'as es-Sicistânî (ö. 275 /888), es-Sünen (ofset baskı), Çağrı Yayınları, İstanbul, 1991,”Hudûd”, 27; Dârimî, Ebû Muhammed Abdillâh b. Abdirrahmân (ö. 255 /868), es-Sünen (ofset baskı), Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, "Hudûd”, 12.

Ubâde b. Sâmit (r.a) rivâyet ediyor: "Resûlullah (a.s)'a bir vahiy geldiği zaman, vahiy sebebiyle onu bir hüzün ve keder alır, yüzünün rengi giderdı. Yine bir gün Cenab-ı Hakk vahiy indirmişti ki aynı hal onu sardı. Keder hali açılınca: "(Zina haddiyle ilgili hükmü) benden alın. Allah onlar hakkında yol kıldı (yani çok açık şekilde had beyan etti): Bekâr bekârla zina yapmışsa cezası yüz sopa ve bir yıl sürgündür. Dul dulla zina yaparsa yüz sopa ve recm'dir. "Müslim, "Hudûd”, 13, 1690 H.; Ebû Dâvûd, "Hudûd” 23, 4415; Tirmizî, Ebû İsâ Muhammed b. İsâ (ö. 279/892), es-Sünen, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1992, "Hudûd”, 8, 1434.

İbnu Abbâs (r.a.)rivâyet ediyor: "Resûlullah (a.s.) buyurdu ki: "Kimin Lüt kavminin sapık işini yaptığını görürseniz, fâili de mef'ülü de öldürün. Ebü Dâvud, Hudûd 29, (Tirmizî, Ebü Hüreyre'nin de böyle bir rivâyette bulunduğunu belirtir). Tirmîzî, "Hudûd”, 24.

Ebû Hüreyre ve Zeyd İbnu Hâlid el-Cüheni (r.a.) rivâyet ediyorlar "Bir bedevî, Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gelerek: "Ey Allah'ın Resûlü, Allah aşkına, hakkımda Allah'ın kitabıyla hükmet!" diye yemin verdi. Bun­dan daha fakih olan bir di eri de: " Evet aramızda Kitabullah'la hükmet, bana da izin ver!" talebinde bulundu. Peygamber (s.a.s.): "Meramını söyle! (seni dinliyorum)" dedi. Adam: " Oğlum bunun yanında işçi idi. Karısıyla zinâ yaptı. Bana,"Oğlun için recm gerekir" dediler. Ben de hemen oğlum namına yüz koyunla bir cariyeyi fıdye verdim. Sonra bir de ilim adamlarına sordum. Bana: "Oğluna yüz değnek ve bir yıl sürgün cezası gerekir; bu adamın karısına da recm cezası icabeder" dediler" dedi. Resûlullah (s.a.s.): "Ruhumu kudret elinde tutan Zât'a yemin olsun ikinizin arasını Kitabullah uygun şekilde hükme ba layaca ım: Cariye ve koyunlar sana geri verilecek. O luna yüz sopa ve bir yıl sürgün tatbik edilecek" buyurdu. Sonra, Eslemli bir adama seslendi: "Ey Üneys! bu zâtın hanımına git, eğer zinâyı itiraf ederse onu recmet gel!" Üneys, kadına vardı. O suçunu itiraf etti. Resûlulluh (s.a.s.) emretti, ka­dın recmedildi. Buhârî, "Muhâribin”, 30, 32, 34, 38, 46, "Vekâlet”, 13, "Şehâdât”, 8, "Sulh”, 5, "Şurût”, 9, "Eymân”, 3, "Ahkâm”, 39, "Haberu'I-Vâhid”, 1, "İ'tisâm”, 2; Müslim, "Hudûd”, 25; Mâlik , "Hudûd”, 6; Ebû Dâvûd, "Hudûd”, 25, (445); Nesâî, Ebû Abdirrahman b. Şuayb (ö. 303/915), es-Sünen, Çağrı Yayın­ları, İstanbul, 1991, "Kudât”, 21, (8, 240, 241); İbnu Mâce, "Hudûd”, 7, (2549).

1568 - Vâil İbnu Hucr İbni Rebîa (.r.a) rivâyet ediyor; "Resûlullah (s.a.s.)'ın sağlığında, namaz kılmak maksadıyla bir kadın evinden çıkmıştı. Yolda ona bir erkek rastladı. Kadına çullanıp ihtiyacını giderdi. Kadın ba ırdı, adam ise kaçıp gitti. (Çı lı ı üzerine) kadına bir erkek u ramıştı. Ona başından geçeni anlatıp, bir adam bana böyle böyle yaptı dedi. Sonra, bir grup muhacire rastladı, başından geçeni onlarada anlatıp: "Bir adam bana böyle yaptı!" dedi. Hep beraber yürüyüp, kadının kendisine tecavüz ettiği kimseyi yakalayıp kadına getirdiler. Kadın:"- Evet bu odur?" dedi. Sonra adamı Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanına götürdüler. Resûlullah adamın recmedilmesini emrettiği sırada, kadına tecavüz etmiş olan kim­se kalkıp: "- Ey Allah'ın Resûlü, suçlu benim!" diye itirafta bulundu. Resûlullah (s.a.s.) kadına: "Git. Al­lah günahlarını affetti" dedi. Zan altında kalmış olan kimseye de güzel sözler söyleyip (gönlünü aldı). Mütecavizin recmedilmesini emretti ve recmedildi. Sonra Resûlullah şunu söyledi: " Bu adam öyle bir tevbe ile tevbe etti ki, böyle bir tevbeyi Medine ahalisi yapsaydı kabul edilirdi." Tirmizî, şu ziyadede bulunmuştur: "Vâil (r.a.) Hz. Peygamber (s.a.s.)'in kadına mehir takdir edip etmedi ini zikretme- di.'Tirmizî, "Hudûd”, 22; Ebû Dâvud, "Hudûd”, 7 .

Hz. Câbir (r.a.)rivayet ediyor: "Resûlullah (s.a.s.) zinâ yapmış olan bir kimse için celde ile hadd tatbik edilmesini emretti. Sonra, onun muhsan oldu u bildirildi. Bu sefer recmedilmesini emretti ve recmedil- di." Ebû Dâvud, "Hudûd”, 24.

Ebû İshâk eş-Şeybânî (rahimehullah) rivayet ediyor: "İbnu Ebî Evfâ (r.a.)'ya: "- Resûlullah (s.a.s.) hiç recm tatbik etti mi?" diye sordum. Bana: "Evet!" cevabını verdi. Ben tekrar:"- Nür süresinin nüzülünden önce mi, sonra mı?" diye sordum. "Bilmiyorum!" dedi. Buhârî, "Hudûd”, 21, 37; Müslim, "Hudûd”, 29.

9. Hz. Berâ (r.a.) rivayet ediyor: "Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanına yürür kömürle karartılmış ve dayak atılmış bir Yahudi getirdiler. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.) Yahudileri ça ğırarak: "Kitabınızda zina haddini (cezasını) böyle mi buluyorsunuz? diye sordu. "Evet" dediler. Sonra Hz. Peygamber (s.a.s.) on­ların alilerinden birini ça ırdı ve "Musa'ya, Tevrat'ı indiren Allah aşkına soruyorum, zina edenin haddi­ni kitabınızda böyle mi buluyorsunuz?" dedi. Alim: -Hayır! E er bana böyle yemin vererek sormasa idin sana haber vermezdim. Kitapta recm buluyoruz. Fakat, zina vak'aları eşrafımız arasında çoğaldı. Artık şerefli birini bu suçla yakalarsak onu bırakır olduk. Ancak biçare birisini yakalarsak ona haddi tatbik ediyoruz. Kendi aramızda şöyle dedik: "Gelin aramızda öyle bir ceza şeklinde anlaşalım ki o, eşraftan olsun, halktan olsun herkese tatbik edilsin. Sonunda recm yerine suratın kömürle boyanıp dayak atıl­masında ittifak ettik."Bunun üzerine Resûlullah (s.a.s.): "Allahım, onların öldürdü ü emr-i şerifini ilk ihya edip dirilten ben olayım" dedi ve had cezasının tatbikini emretti, zâni hemen recmedildi. Bunun üzerine şu âyet indi: "Ey Peygamber! Kalbleri inanmamışken a ırzlarıyla "inandık diyenler, Yahudilerden yalana kulak verenler ve başka bir topluluk hesabına casusluk edenlerden inkara koşanlar seni üzmesin. Sözleri asıl yerlerinden de işitirler de "Böyle bir (fetva) size verilirse alın, verilmezse kaçının" derler..." (Maide 5/41). Az sonra Allah Teâla şu ayeti indirdi: "Allah'ın indirdiği ile hükmetmeyenler, işte onlar kâfirlerdir..." "Allah'ın indirdi i ile hükmetmeyenler işte onlar zâlimlerdir..." "...Allah'ın indirdi i ile hükmetmeyenler, işte onlar fâsıklardır!" (Maide 5/44, 45, 47). Bu ayetlerin hepsi kâfirler hakkında nazil olmuştur." Müslim, "Hudûd”, 28,; Ebû Dâvûd, "Hudûd”, 26.

Ibnu Ömer (r.a.) rivayet ediyor: "Yahudiler, Resûlullah (s.a.s.)'a gelip, kendilerinden bir erkekle kadının zinâ yaptı ını söylediler. Resûlullah (s.a.s.) onlara: "Recm hakkında Tevrat'ta ne buluyorsunuz?" diye sordu. Onlar: "- Teşhir edip rezil ederiz ve dayak atarız" dediler. Abdullah b. Selâm (r.a.): "- Yalan söy­lüyorsunuz. Zinânın Tevrat'taki cezası recmdir" dedi. Hemen Tevrat'ı getirip açtılar. içlerinden (Abdul­lah b. Surya adında) biri elini recm âyetinin üzerine koydu. Sonra, âyetten önceki kısımlardan okumaya başlayıp (kapadı ı kısmı atlayarak arka kısmını okumaya devam etti. Abdullah b. Selâm (r.a.)müdahale edip: "- Kaldır elini!" dedi. Adam elini çekti, tam orada recm âyeti mevcut idi. Bunun üzerine: "- Ey Muhammed, Abdullah do ru söyledi. Tevrat'ta recm âyeti mevcuttur!" dediler. Resûlullah (s.as.) derhal o iki zâninin recmedilmesini emretti ve recmedildiler." Ibnu Ömer (r.a.) der ki: "Erkeğin, atılan taşlara karşı korumak için, kadının üzerine eğildiğini gördüm." Buhârî, "Hudûd”, 37, 24, "Cenâiz”, 61, "Menâkıb”, 26,”Tefsir/Âl-i İmrân”, 6, "İ'tisâm”, 16, "Tevhîd”, 51; Müslim, "Hudûd”, 26, (1699); Malik, "Hudûd”, 1, (2, 819); Tirmizî, "Hudûd”, 10; Ebû Dâvûd, "Hudûd”, 26.

Hz. Ebû Hüreyre (r.a.)rivayet ediyor: "Yahudilerden bir kadınla bir erkek zinâ yaptılar. Birbirlerine: "Bizi şu peygambere götürün. Çünkü bir kısım hafifletmeler getiren bir peygamberdir. Bize recm dışında fetvâlar verirse kabul eder, Allah indinde O'nun hükmünü kendimize delil kılarız ve: "Peygamberlerinden bir peygamberin bize verdi i fetvalar(la amel ettik, hevamıza uymadık) deriz" dediler. Mescidde asha­bıyla birlikte oturmakta olan Hz. Peygamber (s.a.s.)'e gelerek: "- Ey Ebü'1-Kasım, zinâ yapan kadın ve erkek hakkında kanaatin nedir?" dediler. O, onlara tek kelime söylemeden Beyt-i Midrâslarına geldi. Kapıda durarak:"-Hz. Musa (aleyhisselâm)'ya kitabı indiren Allah aşkına söyleyin, muhsan olan birisi zina yapacak olursa bunun Tevrat'taki hükmü nedir?" diye sordu. "- Yüzü siyaha boyanır, eşek üzerine ters bindirilir ve dayak atılır."-Hadiste geçen tecbiye: Zânileri, enseleri birbirine bakacak şekilde bir eşeğe bindirilip, bu halde sokaklarda dolaştırılmasıdır- Râvi devamla der ki: "Yahudilerden bir genç (bu cevaba katılmayıp) susmuştu. Resûlullah (s.a.v.) onun suskunluğunu görünce sualinde ısrar etti. Bu­nun üzerine genç: "Madem ki sen bize Allah'ın adına yemin veriyorsun (gerçeği söyleyeceğim): "Biz Tevrat'ta recm emrini görüyoruz" dedi. Resûlullah (s.a.v.): "- Allah'ın emrini hafifletmenizin başlangıcı nasıl oldu?" diye sordu. (Genç) şu cevabı verdi: "- Krallarımızdan birinin bir yakın akrabası zinâ yaptı. Kralımız, recmi ona tatbik etmedi. Sonra halka mensup bir aileden bir erkek zinâ yaptı. Bunu recmetmek istedi. Ancak adamın kavmi buna mani olup: "- Sen yakınını getirip recmetmedikçe biz de adamı­mızın recmedilmesine müsaade etmeyeceğiz!" dediler. Bunun üzerine, aralarında şimdiki cezayı vermek üzere anlaşıp sulh yaptılar. (Bu açıklama üzerine) Resûlullah (s.a.s.):  Ben Tevrat'taki âyetlere hükmediyorum!" dedi ve onların recmedilmelerini emretti ve recmedildiler. Zührî (rahimehullah) der ki: "Bana ulaştığına göre şu âyet bunlar hakkında nazil olmuştur:"Şüphesiz ki Tev­rat'ı biz indirdik.Ki onda bir hidâyet, bir nur vardır. Kendisini (Allah'a) teslim etmiş olan (İsrail) pey­gamberleri, Yahudilere ait (dâvalarda) onunla hükmederlerdi..." (Maide 5/44). Resûlullah (s.a.s.) onlar­dan biri idi." Ebû Dâvud, "Hudûd”, 26.

10. Şevkânî, Muhammed b. Ali b. Muhammed (ö.1255/1839,) Neylu'l-Evtâr min Ehâdîsi Seyyidi'l-Ahbâr Şerhu Müntekâ'l-Ahbâr, Dâru Kutubi'l-İlmiyye, Beyrût, ty, VII, 90-9.1

11. İbnu Abbâs rivâyet ediyor: "Hz. Ömer (radıyallahu anh)'i hutbe verirken dinledim. Şöyle demişti:"Allah Teâla hazretleri Muhammed (s.a.s.)'i hak (din ile) gönderdi ve O'na Kitab'ı indirdi. Bu indirilenler ara­sında recm âyeti de vardı. Biz bu âyeti okuduk ve ezberledik. Ayrıca, Resûlullah (s.a.s.) zinâ yapana recm cezasını tatbik etti, ondan sonra da biz tatbik ettik. Benim endişem şudur: Aradan uzun zaman geçince, bazıları çıkıp: "Biz Kitabullah'da recm cezasını görmüyoruz (deyip inkâra sapabilecek ve) Allah­'ın kitabında indirdi i bir farzı terk ederek dalâlete düşebilecektir. Bilesiniz, recm, kadın ve erkekten muhsan olanların zinâları, -delil veya hamilelik veya itiraf yoluyla- sübt bulduğu takdirde, onlara tat­bik edilmesi gereken Kitabullah'da mevcut bir haddirr. Allah'a kasemle söylüyorum, e er insanlar: "Ö­mer Allah Teâla' nın kitabına ilâvede bulundu"demeyecek olsalar, recm âyetini (Kitabullah'a) yazar­dım." Buhârî, "Hudûd”, 31, 30, "Mezâlim”, 19, "Menâkibu'l-Ensâr”, 46, "Megâzi”, 21, "İ'tisâm”, 16; Müslim, "Hudûd”, 15, (1691); Malik, "Hudûd”, 8, 10, (823, 824);Tirmizî, "Hudûd”, 7, (1431); Ebu Dâvud, "Hudûd”, 23, (4418).

12. Ragıb el-Isfehânî, Ebû'l-Kâsımı'l-Huseyn b. Muhammed (Ö.502/1108), el-Müfredât fi Garibi l-Kudân, Tah. M. Seyyid Keybelânî, Beyrût, ty. 121; Bu kelimenin fıkıh literatüründeki çeşitli anlamları hakkın­da geniş bilgi için ayrıca bkz. Dağcı Şâmil, "Ihsân”, DIA, XXI, 546 v.d.

13. Zekiyuddin Şaban, Islâm Hukuk ilminin Esâsları (Usûlü'l-Fıkh) Notlar Ekleyerek Terceme İbrahim Kâfi Dönmez, Ankara, 1996, 361.

14. Nur, 24/4

15. Mavsılî, el-İhtiyâr li Talili'l-Muhtâr, 619

16. Kurtûbî, Ebû Abdillah Muhammed b. Ahmed el-Ensârî (ö. 671/1273), el-Câmi' li Ahkâmi'l-Kur'ân, Bey- rût, 1988, V, 96.

17. Nisâ 4/25 te geçen son musanât kelimesi için "hür kadın" anlamını tercih eden mütercimler şunlardır. İsmail Hakkı (İzmirli), Türkçe Kur'ân Tecemesi (Osmanlıca) İstanbul, 1932, (Nisâ 24'ün meali olarak yazmış), Cemil Saîd, Kur'ân-t Kerim Tercemesi (Osmanlıca) İstanbul, ty, Hasan Bsari Çantay, Ahmet Davutoğlu, Süleymân Ateş, TDV' nın hazırlattığı Meal komisyonu, Fakat Abdullâh Parlayan Kur'ân-t Kerim ve Özlü Tefsir, Konya, 1996 isimli geniş mealinde "hür evli kadın" anlamını tercih etmiştir.

18. Şa'bî (rahimehullah) rivayet ediyor: "Hz. Ali (radıyallâhu anh), kadını recmettiği zaman onu perşembe günü dövdü, cuma günü de recmetti. Ve şunu söyledi: "Ona Kitabullah (ın hükmü) ile celde, Resûlullah (s.a.s.)'ın sünneti ile de recm tatbik ettim." Buhârî, “Hudûd”, 21.

19. İbnu Abbâs (radıyallahu anhümâ) rivayet ediyor: "Hz. Ömer'e, zinâ yapmış olan deli bir kadın getirildi. (Recm edilip edilemeyeceği hususunda) halkla istişare ederek recmedilmesine hükmetti. Kadına Hz. Ali (radıyallahu anh) uğradı. (Hazırlı ı görünce): "- Bunun hâli nedir?" diye sordu. Kendisine: "Falanca ka­bileden deli bir kadındır, zinâ yapmıştır. Hz. Ömer (radıyallahu anh), recmedilmesine hükmetmiştir" dediler. Hz. Ali (radıyallahu anh): "- Kadını geri götürün!" dedi, sonra Hz. Ömer'e uğrayıp: "- Ey mü'minlerin emîri! Bilirsin ki, Resûlullah (s.a.s.) : "Kalem üç kişiden kaldırılmıştır (artık onlar yaptıkla­rından sorum1u değildirler): Büluğa erinceye kadar çocuktan, uyanıncaya kadar uyuyandan, şifa buluncaya kadar bunamıştan." Bu bîçare kadın falanca kabilenin bunağıdır. Ona tecavüz eden, muhakkak ki aklî noksanlığı sırasında tecevüz etmiştir" dedi." Ebu Davud, "Hudûd”, 16. (4399.4400. 4401.4402). imam Mâlik diyor ki: "Bana ulaştığına göre, Hz. Osman (radıyallâhu anh)'a evliliğinin altıncı ayında doğum yapan bir kadın getirildi. Derhal recmedilmesini emretti. Ancak Hz. Ali (radıyallâhu anh): "- Cenab-ı Hakk, Kur'an-ı Kerim'de "(insanın anne karnında) taşınma ve sütten kesilmesi (müddeti) otuz ay. dır..:" (Âhkâf 15) buyuruyor. Keza bir başka âyette de: "Anneler çocuklarını iki tam yıl emzirirler. (Bu hüküm) emmeyi tamam yaptırmak isteyenler içindir.."( Bakara 2/233) buyurmaktadır. Bu durum­da hamilelik müddeti altı aydır." Bu açıklama üzerine Hz.Osman (radıyallahu anh) kadının geri gönde­rilmesini emretmişti, ancak kadın recmedilmiş bulundu." Muvatta, "Hudûd”, 11 (2, 825).

20. Ortaya atılan lafızdan, onu ortaya atan tarafından bir açıklama gelmediğinde kendiliğinden doğru anlaşılması mümkün olmayan lafızdır. Mesela "zekat" ve "savm" mahiyetleri açıklanmadan ilk defa müslamanlara bildirildiğinde bu mahiyette lafızlar idiler. ilk duyduklarında Müslümanların bunları kastedildikeri şekilde doğru anlama şansları yoktu. Hz. Peygamber tarafından bunlar mübeyyen yani açıklanmış hale gelmişlerdir.

21. Hafî, şümûlünde birçok kimse bulunan, ancak bunlardan bazılarına delaleti açık olmayan ve bu delâlet veya delâletsizlik hükmünün ince bir araştırma ve düşünceyle tespit edildi i lafızdır. Mesela Kur'ân-ı Kerim'de es-Sarık olarak geçen hırsız kelimesi yankesici ve mezar soyucuya da delalet eder mi? Dolayı­sıyla aynı hüküm onlar için de geçerli midir? Sorusu bu tür lafızların hafî olarak değerlendirilmesine sebeb olur.

Kaynak: İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi, sayı: 2, 2003, s.11 7-129

 

Not: Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Urvetü'l Vuska'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer