Ana Sayfa  /  DÜŞÜNCE  /  Müslümanlar ve Cemaatleşme Problemi / Şemseddin ÖZDEMİR
  • Facebook da Paylaş
Müslümanlar ve Cemaatleşme Problemi / Şemseddin ÖZDEMİR
  • 16-10-2014
  • 0 yorum
  • 3809 okunma
Kimi örgütler ve teşkilatlar saltanat geleneğini, kimileri tarikatlardaki uygulamayı bir teşkilatlanma modeli olarak hala taşımaktadırlar. Bu hem saltanatvari, hem de tarikatvari örgütlenme modelinin zaafı, bugün, bu rejimlerdeki, bu ülkelerdeki demokratik partilerde bile varit olan bir özelliktir.

Bugünün Türkiye'si

Bugün, Türkiye’de, toplumsal bir cinnet halinin yaşandığına şahit olmaktayız.

Bir taraftan inanan­lara karşı yürütülen topyekün saldırılar, bir yandan ahlaki yozlaşma, ekono­mik, siyasal adalet­sizlikler, hak ve öz­gürlüklerin ihlali bir kaos ortamının oluşmasını sağla­mıştır. Yine Türkiye’de milyonlarca insanın geçimini zor sağladığı, büyük bir adaletsizliğin, haksız­lığın, sömürünün ve zulmün yaşandığı bir ekonomik sistem mevcuttur. Bu ekonomik sistem devam ettiği müddetçe belli bir kısım ezilmekte bir kısım ise is­tediği gibi har vurup harman sa­vurmaktadır.

Sosyal yönden, toplumun kat­manları, insanlar, bölgeler ara­sında, gelir dağılımında denge­sizlikler bir yığın adaletsizlikler vardır.

Ahlaki yönden ise milyon­larca insan, eroin, esrar ve fuhuş vb. çöküşün ve pisliğin girdabına itilmektedir. Med­ya ve benzeri vasıtalarla ade­ta bunlara teşvik edilmekte­dirler. Diskotek, bar, pavyon, kumarhane vb.lerindeki çi­kin hayat en güzel tarzda al­lanıp pullanıp takdim edil­mektedir. Daha doğrusu bu­ralarda, bu milletin çocukları diri diri toprağa gö­mülmektedir. 13-15 yaşındaki insanlar eroine, esrara, fuhşa bulaştırıldığı için artık ondan kurtulamamakta, vücudunu satmak durumunda kalmakta, ömür bo­yu belli bir insan unsurunun süfli duygularını tatmin etmek için tabiri caizse köleler gibi kullanılmaktadır.

Aynı şekilde eği­tim açısından da bir yığın haksızlık var­dır. Bir taraftan Müslüman halkın arzu ve istekle­ri istikametinde oluşan dini-İslami gayretleri yok etmek için sis­temin aldığı tavırlar, diğer taraftan sistemin övünçle savunduğu okulların arasındaki muazzam uçurumlar: Bazı okullarda okuyanlar otomatikman torpillidir, bazı okullarda okuyanlar ise Türkiye’de ancak hizmet sektö­ründe çalışmaya daha doğrusu hamallık yapmaya mahkum edil­mektedir.

Yine bu dönemde dünya ça­pında özellikle Türkiye’de İs­lam’a karşı belli güçlerin yürüt­tüğü bir psikolojik savaş meka­nizması işletilmektedir. Hem dünyada yükselen İslami geliş­meyi toplumların gözünde kirlet­mek için onu şiddet ve terör yan­lısı olarak suçlayıp karalamak, hem de aynı suçlamayı Türkiye içine taşıyarak nerede bir kötü­lük varsa bunu siyasal İslamcı­larda veya radikal Müslümanlar(!)a mal ederek İslam bir suç ve terör kaynağı olarak gösteril­meye çalışılmaktadır. Bu konuda İslam’a karşı olan güçler özellik­le münafıklık kisvesini sırtları ­da taşıyarak sıkıştıklarında “Ben Müslüman'ım” demekle beraber, birçok defa açıkça İslâmî bazı şahsiyetlere mal ederek aşağıla­mak, devlet ve toplum hayatın­dan tamamen dışlamak için tüm gayretlerini ortaya koymaktadırlar.

Bütün bu ifade ettiğimiz so­runlar iman ettiğini söyleyen, mümin olduğunu söyleyen tüm bireylere bazı sorumluluklar yüklemektedir.

Sorumluluklarımız

İslâm’a ve Müslümanlara karşı yürütülen bu topyekün saldırılar, müminleri ümitsizliğe, hayal kırıklığına sevk etmemelidir. İman edenler imanlarının gereği olanı yaşama ve yaşatmaya devam etmek mecburiyetindedirler. Mü­minler ifade edilen yanlışlıklara, zulme, haksızlıklara karşı çıkma­lı, ellerinden gelen gayreti gös­termelidirler. Çünkü bu mümin­ler üzerine bir sorumluluktur ve bu sorumluluk yerine getirilmeli­dir.

“Size ne oluyor ki, Allah yo­lunda ve; “Rabbimiz bizi halkı zalim olan bu şehirden kurtar, biz katından bir veli, bir yardımcı gönder" diyen, mustaz’af er­kek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz." (4175)

“Bir zulüm ve saldırıya uğra­dıkları zaman kendilerini savu­nurlar. Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim af­feder, barışırsa onun mükafatı Allah’a aittir. Doğrusu O, za­limleri sevmez. Kim zulme uğra­dıktan sonra kendini savunursa öylelerinin aleyhine bir yol yok­tur. Ancak şunlar aleyhine yol vardır ki, insanlara zulmederler ve yeryüzünde haksız yere saldı­rırlar. İşte böylelerine acı bir azap vardır.” (42/39-42)

Ancak bir gerçek vardır. Hiç­bir bireysel gayret, hiçbir ferdi çalışma bu organize yanlışları söküp atmaya yetmez. Ne toplu­mun itikadi anlamda yığınla yan­lış ve hurafeye dayalı İslami yo­rumunu ortadan kaldırmaya im­kan verir, ne de yaşanan düzenin ekonomik, sosyal, kültürel, ahla­ki vb. konulardaki haksızlıklarını ve zulmünü ortadan kaldırabilir. Tebliğ etmemiz gereken Allah’ın dinini, tek başına hiçbir ferdin Türkiye’deki 70 milyonluk kitle­ye ulaştırma imkanı yoktur, bire­yin gücünü aşan bir iştir. O ba­kımdan İslami kitlelere ulaştırma gayretinin organize tarzda, ör­gütlü veya cemaat mantığı içinde yürütülmesi gereklidir.

Cemaat Olma Mecburiyeti

Kur’an’ın çok değişik ayetlerin­de Allah müminlerin cemaat ha­linde mücadele etmeleri gerekti­ğini apaçık olarak ortaya koy­maktadır.

"içinizde hayra çağıran, iyili­ği emredip, kötülükten meneden bir topluluk bulunsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (31104) “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmet oldunuz. İyili­ği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah’a inanırsı­nız.” (3/110)

Enfal suresi 72’den 75’e kadar olan ayetlerde, cemaat halinde olmamak halinde fitnenin, fesa­dın yaygınlaşacağı vurgulanır.

"Onlar ki, inandılar, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıy­la cihad ettiler ve onlar ki, ba­rındırdılar ve yardım ettiler; iş­te onlar birbirlerinin velisidirler. İnanıp da hicret etmeyenle­re gelince, onlar hicret edinceye kadar, onların velayetinden size bir şey yoktur. Fakat dinde yar­dım isterlerse yardım etmeniz gerekir. Yalnız, aranızda antlaş­ma bulunan bir topluluğa karşı olmaz. Allah, yaptıklarınızı görmektedir."

"Kafirler birbirlerinin velisidirler. Siz de birbirinizi destek­lemezseniz, yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat çıkar.”

"Onlar ki, inandılar, hicret ettiler, Allah yolunda cihad et­tiler ve onlar ki, barındırdılar ve yardım ettiler, işte gerçek mümin onlardır. Onlar için ba­ğışlanma ve bol rızık vardır."

"Sonradan iman edip hicret edenler ve sizinle birlikte cihad edenler de sizdendir. Allah’ın kitabına göre akrabalar birbiri­ne daha yakındır. Doğrusu Al­lah, her şeyi bilir." (8172-75)

Bu ve benzeri ifade edebilece­ğimiz birçok ayet veya hadiste ifade edilen, cemaat halinde fa­aliyet yapma, gayret sarf etme, güçlerini birleştirerek zulme, yanlışlığa, haksızlığa, hurafelere, kötülüklere karşı yürütülecek mücadeleyi insanların gücünü birleştirerek yapmaları gerekir, yapılmadığı taktirde birey olarak bu pisliklerin altından kalkıla­maz.

Her ne halde olursa olsun mut­laka, İslam’a karşı olan güçlerle, münafıkların, iblisin yandaşları­nın faaliyetleriyle, yürüttükleri psikolojik savaşı göğüslemek için gücümüz yettiği kadar güç­lerimizi birleştirerek ayakta dur­maya ve doğruları insanlara ilet­meye mecburuz. Bu üzerimizde Kur’anî bir yükümlülüktür.

Nasıl Bir Cemaatleşme

Bu yükümlülük nasıl yerine geti­rilecektir? Bu görev yerine geti­rilirken uyulması gereken temel esaslar nelerdir? Yani insanların bir araya gelerek oluşturdukları, teşkilat veya cemaat denilen organizasyonların bir arada faaliyet yapması için hangi esaslar olma­lı, hangi ilkeleri bünyesinde taşımalı, nasıl yapmalı ki, bu iş yürüyebilsin, doğru olsun? Nasıl hareket tarzı ortaya koymalı ki bu cemaatleşme anlayışı mümin insanların beraberce yürütebildi­ği bir iş olsun? Bunun mutlaka iyice incelenmesi gerekir.

Bugüne kadar yapılan hatalı uygulamalar Müslüman bireyleri, cemaat halinde mücadelenin mümkün olamayacağını, bunun insanların özgürlüklerini sınırla­dığını, insanları saptırdığını, in­sanları uyuşturduğunu, insanla­rın düşüncelerine engel olduğu­nu iddia etmek durumunda bı­rakmıştır. Birçok fert, cemaatleş­me uygulamalarında meydana gelen çok temel yanlışlardan do­layı bireyselliğe kaymış, müca­dele etmeyi terk etmiştir. Daha doğrusu iblisle, iblis yandaşları ile müminler arasında kıyamete kadar sürecek olan mücadelede bir veya birkaç yanlışı gören fertler faaliyeti bırakmışlar, mü­cadele etme görevini terk etmişlerdir.

O halde Türkiye’de yaşayan insanlar olarak nasıl bir cemaat­leşme anlayışı, örgütlenme veya teşkilatlanma anlayışına sahip olunmalı ki, hatalardan korunulabilsin?

Temel Bir Zaaf

İslam dünyasında, şarka has bir zaaf yıllardır devam edegelmektedir. Kimi örgütler ve teşkilatlar saltanat geleneğini, kimileri tari­katlardaki uygulamayı bir teşki­latlanma modeli olarak hala taşımaktadırlar. Bu hem saltanatvari, hem de tarikatvari örgütlenme modelinin zaafı, bugün, bu rejimlerdeki, bu ülkelerdeki de­mokratik partilerde bile varit olan bir özelliktir. Mesela Türki­ye’de demokrasi adına ortaya çı­kıp, demokrasinin şampiyonlu­ğunu yapan partilerin bile içine baktığımız zaman şunu görürüz: Her demokratik partinin başında­ki lider adeta bir kral, istediğini asıp, istediğini kesmektedir. Kendisine karşı en küçük bir ele­ştiri yapan insanı hemen kapı dı­şarı etmektedir. Bu zaaf, bizim toplumlunuzun genel bir özelliği olarak taşınmıştır aynı zaman­da. İslâmî cemaatler de bu zaaftan azade olamamıştır. O ba­kımdan bu yanlış anlayışlar cid­diyetle irdelenmeli mücadele et­me konusunda samimi olanlar­la, cemaatleşmedeki hastalıkları bahane ederek cemaatleşmeye karşı çıkanlar ortaya çıkarılma­lıdır.

Cemaatleşme Nedir?

Cemaatleşme deyince en genel­de şunu anlamak gerekir: Ce­maat, Allah’ın bizi sorumlu tuttuğu dinini, bizi uygula­makla ve yaşamakla yükümlü kıldığı yüce Kur’an’ı öğrenip yaşamak ve yaşatmak ve in­sanlara tebliğ etmek için bir­likte faaliyet yapmak amacıyla bir araya gelen insanların oluşturduğu planlı disiplinli teşki­latlı bir topluluğun adıdır.Bir başka ifadeyle cemaat:Bir inanç bir karar bir hareket ve kuvvet birliğidir.Bir insan top­luluğuna cemaat sıfatını ka­zandıran da bu üç temel ilke olmalıdır. Bilinmelidir ki,bu il­kelerden birisinin olmaması cemaati kuru bir kalabalığa dönüştürür.

Cemaatin görevi

Bir müminin ana görevi, önce Kur’an’ı öğrenmek, bunu çok iyi kavramak aynı zamanda kavradı­ğını yaşamak, yaşadığını insan­lara tebliğ edip öğretmek ve o Kur’an’ın emrettiği tarzda cehdetmek, gayret sarf etmektir. Cemaat de, bu şuurdaki müminlerin bir araya gelip, birlikte şu ayet­lerdeki talimatı yerine getirmesi demektir:

“Asra and olsun ki, insan ke­sin bir hüsran içindedir. Ancak iman edip salih-amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsi­ye edenler müstesna" (103/1-3) “Topluca Allah’ın ipine san­lın, ayrılığa düşmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Birbirinize düşman idiniz, Allah kalplerinizi kaynaştırdı da O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarındaydınız, sizi oradan O kurtardı, işte Allah, doğru yolu bulasınız diye ayetlerini böyle açıklıyor."

“İçinizde hayra çağıran, iyili­ği emredip, kötülükten meneden bir topluluk bulunsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir" “Kendi­lerine apaçık deliller geldikten sonra ihtilafa düşüp ayrılanlar gibi olmayın, işte onlar büyük bir azaba uğrayacaklardır." (3/103 -105)

Hz Ali cemaati şöyle tarif eder:

“Haklı olanların bir araya gel­mesi, hak yolda olanların birlikte hareket etmeleridir cemaat.”

“Yanlışlık, hata ve bozgun­culuk üzere bir araya gelip ör­gütlenen insanların adına tef­rika"denir. Bunlar örgütlen­miş olsalar da bunun adı cema­atleşme değildir, hizipçiliktir, parçalayıcılıktır, dağıtmadır.

Veya İbn Mesud’un ifade et­tiği gibi:

“Tek başına olsa da hak üzeri­ne olmanın adı cemaattir”

Cemaatın Doğuşu

Cemaat hakkıyla yerine getirilen bir Kur'an tilavetiyle gerçekleşmelidir.

Muhatap bireyler öncelikle Kur'an'ı tanımalı, O'nu gereği gi­bi okumalı ki, sağlam bir ölçüye sahip olmuş olsunlar.

Fertler birlikte cemaat halinde Kur'an'ı okuyup öğrendikçe bir yandan temel ölçülerinin neler olduğunu kavrarlarken, diğer yandan kendilerine o bilgiyi verenlerle yakınlık, dostluk ve sev­gi ilişkisi içine girerler.

Cemaate muhatap fertler bu süreç içinde cemaatı, cemaat so­rumlularını ve cemaatın cemaatleşme anlayışını tanıma imkanına sahip olurlar. Ancak böyle bir ta­nıma süreci sonucunda fert muhatap olduğu cemaatle beraber çalışıp çalışamayacağına karar verebilir.

Bu geçiş süreci yaşanmadan meydana gelebilecek bir kabul sıhhatli, isabetli ve iradi bir ka­bul değildir.

Cemaat kendisine muha­tap fertlere bütün samimi­yetiyle kendini ve kendi cemaatleşme yöntemini tanıma imkanı sağlamalıdır ki, sıhhatli bir yapılaşma gerçekleşebilsin.

Cemaatleşme gibi ciddi bir karar öyle ayaküstü, hissi, duygusal şartlarla verilemez.

Çok farklı özellikleri, zaafları, eğilimleri bulunan insan unsurunu bir araya getirip gönüllü ve ideal birliği kurmak çok ciddi ve zor bir iştir.

İnsanlar önce dinlerini ciddiye almak mecburiye­tindedirler. Eğer ciddiye alıyor­sak -ki almaya mecburuz- dinin öğretilmesi, yaşanılması, yaşatıl­ması için gayret sarf etmek göre­vi cemaatin görevi ise o zaman cemaatleşme de ciddi bir iş ol­mak durumundadır. Bu, belli bir bilince ulaşmış insanların kendi özgür iradeleri ile şuurlu olarak yapacakları tercihlerle gerçekleş­mek zorundadır.

İsra suresi, 36. ayette şöyle buyrulmaktadır:

“Hakkında bilgin olmayan bir şeyin ardından gitme. Çünkü göz, kulak ve kalp bundan so­rumludur."

Bu ayette apaçık bir şey ifade ediliyor. ‘Demek ki mümin insan­lar Allah yolunda mücadele et­mek için cemaatleşmeyi gerekli görüyorlarsa, onun ne olduğunu nasıl olması gerektiğini iyi bil­meleri gerekir, bunu çok iyi kav­ramaları gerekir. İşte o zaman karşımıza özgür irade çıkar, bi­linçli, iradi tercih çıkar, insanlar araştırır inceler ve beraber tavır alır, beraber tercih yapar.

Bu kapsamda cemaatleşmenin oluşumu ve devam eden süreci içerisinde özgür iradeli ve bilinç­le yapılan tercih konusunu bir cemaatleşme ilkesi olarak Türki­ye’de ve dünyada İslam adına gayret sarf etmeye çalışan her türlü organizasyon ayakta tutma­lıdır. Eğer bilinçli, şuurlu tercih yoksa, kalabalık, şuursuz ve bi­linçsizce oluşmuş, bir araya gel­mişse bunun sonu pek hayırlı ol­mayacaktır. Bilinçli, iradi tercih cemaatleşmenin başlangıcı, oluşumu, devam eden safhası içinde sürekli olarak mümin bireylerin unutmamaları gere­ken çok temel bir cemaatleşme ilkesi olmalıdır.

Cemaatleşmenin Hedefi

Cemaatleşmede önemli olan he­defi ortaya koymaktır.

İslam adına ortaya çık­tığını söyleyen, İslam adına faaliyet yapan bir cemaatin ana hedefi şun­lardır:

Birincisi, Rabbinin ke­ndisine vahy ettiği Kur’an’ı muhteva olarak öğrenmek, onu kavra­maktır. Bu onun asli görevidir. Kendi mensupla­rına, elemanlarına, yanın­da bulunan fertlere Kur’an’ı öğretmeyen cemaat, görevini yapmamış olur.

İkincisi, Kur’an’a uy­gun yani öğrendiği ve kavradığı kitaba uygun bir itika­da sahip olmak ve ona uygun ha­yatı yaşamaya gayret sarf etmektir. Eğer itikadını Kur’an’ın dı­şında beşerin yazdığı eserlerle oluşturuyorsa; Kur’an’a uygun bir itikat, Kur’an’a uygun bir amel, yaşantı ortaya koyamaz.

Üçüncüsü, bu öğrenip yaşadı­ğı Kur’an’ı insanlara öğretmek, tebliğ etmek, ulaştırmaktır. Bir İslami cemaatin ana esası Müslüman olsun olmasın bütün insan­lara Allah’ın kitabını tebliğ et­mektir. Onlar ister kabul eder, is­ter etmez. Ondan biz sorumlu değiliz.

Dördüncüsü, Kur'an-ı Kerim’i öğrenme yaşama ve aktarma sü­recinde karşılaştığımız zorlukları sıkıntıları yine Kur’an-ı Kerim’in bize öğrettiği tarzda bir mücadele ile aşmaya çalışmaktır.

Özetle, cemaatleşmenin ana hedefi; Kur’an’la beslenen, Kur’an’la yaşayan bir öncü top­lum oluşturmak, Kur’an’ı Kerim’i kavrayıp, yaşayan insanlarla beraber, bütün insanlara örnek ol­mak, insanlara aktarmak, ulaştır­maktır. Bizce bir cemaatin ana hedefi budur.

Bu ana hedefin istikametinde ikincil hedeflere gelirsek; toplu­mun fedakâr, kararlı, samimi, dürüst, namuslu insan unsurlarını bulup ortaya çıkarmak, eğitmek, yetiştirmek ve onların üzerine mesuliyetler yükleyerek, toplu­mun düzelmesi, değiştirilmesi daha insani, daha fıtrata uygun bir hayat tarzının hakim kılınma­sı için mücadele etme şuuruna getirmek cemaatleşmenin ikincil ana hedeflerinden biri olmalıdır.

Bu insanların planlı programlı, düzgün, hesaplı bir tarzda hare­ket etmeleri, yani belli bir karar, düzen içinde, disiplinle büyük bir gönül hoşluğu ile, bir arka­daşlık hukuku içinde faaliyet yapması da cemaatleşme ana ilkelerindendir. Bu ana esasları cemaatleşme gaye olarak ortaya koyup, mutlaka gerçekleştirmelidir.

Özellikle başta bahsettiğimiz genel ilkeler ihmal edildiği za­man cemaat mutlak anlamda yanlış bir çizgidedir. En kısa za­manda sapacaktır. Ve geçici ba­şarılarla kedi kendini aldatmamalıdır.

Allah’ın uygun gördüğü hayatı yaşamak ve yaşanılır hale getir­mek için mücadele etmeye karar vermiş ve bu kararını özgür ira­delerle ortaya koymuş samimi insanların meydana getirdiği, ka­rar alabilen, uygulayan, bu konu­da hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeyen, düzenli bir yapı­nın hazır olması gerekir. Bu ya­pıda özgür ve iradi tercih, bilinç­li tercih vardır. Bu yapıda bilinç­li ve özgür tercih olduğu için in­sanlar hem arkadaştır, hem de kader birliği yapmışlardır. Bu anlamda bir anlayış etrafında bir cemaatleşmeyi geliştirmemiz ve Türkiye’de herkese bunu göster­memiz, böyle bir cemaatin müm­kün olabileceğini herkesle tartış­mamız gerekmektedir.

Bizim savunabileceğimiz, sa­vunmamız gereken bir cemaat­leşme anlayışının ana hedefi mü­minleri, insanları, hem dünyasını mamur ederken, hem de mutlak anlamda ebedi hayatını kazana­cak bir duruma getirmektir. Mücadelemizin ana hedefi, mümin insanların gerçekten kurtuluşa ermek anlamına gelen Allah’ın rızasını kazanarak ebedi hayatı garanti etmelerini sağlamaktır.

Fertlere Allah korkusunu, ahiret sorumluluğunu, Allah’ın mü­kafatını gösterirken zaten dünya­yı mamur eder, dünyadaki zul­mü, haksızlığı, işkenceyi, kötü­lüğü, ekonomik adaletsizliği, cinsel sömürüyü engelleyebilir­siniz. Hem dünyada insanca yaşamalarına, hem de ebedi hayatlarını kazanma imkanlarına katkıda bulunmuş olabilirsiniz.

Kur’an dünyayı mamur etme iddiasındadır. Aynı zamanda mamur edip, Allah’ın gösterdiği tarzda yaşayan insanlara mutlak anlamda cennet garantisi ver­mekte, ebedi kurtuluşunu sağ­lamaktadır.

Kaynak: Umran Dergisi: Kasım-Aralık 1997, Sayı: 40, Sayfa: 62-67

 

Not: Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Urvetü'l Vuska'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.

YORUMLAR
Henüz Yorum Yok !
Diğer