
- 16-10-2014
- 0 yorum
- 3809 okunma
Bugünün Türkiye'si
Bugün, Türkiye’de, toplumsal bir cinnet halinin yaşandığına şahit olmaktayız.
Bir taraftan inananlara karşı yürütülen topyekün saldırılar, bir yandan ahlaki yozlaşma, ekonomik, siyasal adaletsizlikler, hak ve özgürlüklerin ihlali bir kaos ortamının oluşmasını sağlamıştır. Yine Türkiye’de milyonlarca insanın geçimini zor sağladığı, büyük bir adaletsizliğin, haksızlığın, sömürünün ve zulmün yaşandığı bir ekonomik sistem mevcuttur. Bu ekonomik sistem devam ettiği müddetçe belli bir kısım ezilmekte bir kısım ise istediği gibi har vurup harman savurmaktadır.
Sosyal yönden, toplumun katmanları, insanlar, bölgeler arasında, gelir dağılımında dengesizlikler bir yığın adaletsizlikler vardır.
Ahlaki yönden ise milyonlarca insan, eroin, esrar ve fuhuş vb. çöküşün ve pisliğin girdabına itilmektedir. Medya ve benzeri vasıtalarla adeta bunlara teşvik edilmektedirler. Diskotek, bar, pavyon, kumarhane vb.lerindeki çikin hayat en güzel tarzda allanıp pullanıp takdim edilmektedir. Daha doğrusu buralarda, bu milletin çocukları diri diri toprağa gömülmektedir. 13-15 yaşındaki insanlar eroine, esrara, fuhşa bulaştırıldığı için artık ondan kurtulamamakta, vücudunu satmak durumunda kalmakta, ömür boyu belli bir insan unsurunun süfli duygularını tatmin etmek için tabiri caizse köleler gibi kullanılmaktadır.
Aynı şekilde eğitim açısından da bir yığın haksızlık vardır. Bir taraftan Müslüman halkın arzu ve istekleri istikametinde oluşan dini-İslami gayretleri yok etmek için sistemin aldığı tavırlar, diğer taraftan sistemin övünçle savunduğu okulların arasındaki muazzam uçurumlar: Bazı okullarda okuyanlar otomatikman torpillidir, bazı okullarda okuyanlar ise Türkiye’de ancak hizmet sektöründe çalışmaya daha doğrusu hamallık yapmaya mahkum edilmektedir.
Yine bu dönemde dünya çapında özellikle Türkiye’de İslam’a karşı belli güçlerin yürüttüğü bir psikolojik savaş mekanizması işletilmektedir. Hem dünyada yükselen İslami gelişmeyi toplumların gözünde kirletmek için onu şiddet ve terör yanlısı olarak suçlayıp karalamak, hem de aynı suçlamayı Türkiye içine taşıyarak nerede bir kötülük varsa bunu siyasal İslamcılarda veya radikal Müslümanlar(!)a mal ederek İslam bir suç ve terör kaynağı olarak gösterilmeye çalışılmaktadır. Bu konuda İslam’a karşı olan güçler özellikle münafıklık kisvesini sırtları da taşıyarak sıkıştıklarında “Ben Müslüman'ım” demekle beraber, birçok defa açıkça İslâmî bazı şahsiyetlere mal ederek aşağılamak, devlet ve toplum hayatından tamamen dışlamak için tüm gayretlerini ortaya koymaktadırlar.
Bütün bu ifade ettiğimiz sorunlar iman ettiğini söyleyen, mümin olduğunu söyleyen tüm bireylere bazı sorumluluklar yüklemektedir.
Sorumluluklarımız
İslâm’a ve Müslümanlara karşı yürütülen bu topyekün saldırılar, müminleri ümitsizliğe, hayal kırıklığına sevk etmemelidir. İman edenler imanlarının gereği olanı yaşama ve yaşatmaya devam etmek mecburiyetindedirler. Müminler ifade edilen yanlışlıklara, zulme, haksızlıklara karşı çıkmalı, ellerinden gelen gayreti göstermelidirler. Çünkü bu müminler üzerine bir sorumluluktur ve bu sorumluluk yerine getirilmelidir.
“Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve; “Rabbimiz bizi halkı zalim olan bu şehirden kurtar, biz katından bir veli, bir yardımcı gönder" diyen, mustaz’af erkek, kadın ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz." (4175)
“Bir zulüm ve saldırıya uğradıkları zaman kendilerini savunurlar. Kötülüğün cezası, yine onun gibi bir kötülüktür. Kim affeder, barışırsa onun mükafatı Allah’a aittir. Doğrusu O, zalimleri sevmez. Kim zulme uğradıktan sonra kendini savunursa öylelerinin aleyhine bir yol yoktur. Ancak şunlar aleyhine yol vardır ki, insanlara zulmederler ve yeryüzünde haksız yere saldırırlar. İşte böylelerine acı bir azap vardır.” (42/39-42)
Ancak bir gerçek vardır. Hiçbir bireysel gayret, hiçbir ferdi çalışma bu organize yanlışları söküp atmaya yetmez. Ne toplumun itikadi anlamda yığınla yanlış ve hurafeye dayalı İslami yorumunu ortadan kaldırmaya imkan verir, ne de yaşanan düzenin ekonomik, sosyal, kültürel, ahlaki vb. konulardaki haksızlıklarını ve zulmünü ortadan kaldırabilir. Tebliğ etmemiz gereken Allah’ın dinini, tek başına hiçbir ferdin Türkiye’deki 70 milyonluk kitleye ulaştırma imkanı yoktur, bireyin gücünü aşan bir iştir. O bakımdan İslami kitlelere ulaştırma gayretinin organize tarzda, örgütlü veya cemaat mantığı içinde yürütülmesi gereklidir.
Cemaat Olma Mecburiyeti
Kur’an’ın çok değişik ayetlerinde Allah müminlerin cemaat halinde mücadele etmeleri gerektiğini apaçık olarak ortaya koymaktadır.
"içinizde hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten meneden bir topluluk bulunsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir." (31104) “Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmet oldunuz. İyiliği emreder, kötülükten men edersiniz ve Allah’a inanırsınız.” (3/110)
Enfal suresi 72’den 75’e kadar olan ayetlerde, cemaat halinde olmamak halinde fitnenin, fesadın yaygınlaşacağı vurgulanır.
"Onlar ki, inandılar, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad ettiler ve onlar ki, barındırdılar ve yardım ettiler; işte onlar birbirlerinin velisidirler. İnanıp da hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar, onların velayetinden size bir şey yoktur. Fakat dinde yardım isterlerse yardım etmeniz gerekir. Yalnız, aranızda antlaşma bulunan bir topluluğa karşı olmaz. Allah, yaptıklarınızı görmektedir."
"Kafirler birbirlerinin velisidirler. Siz de birbirinizi desteklemezseniz, yeryüzünde fitne ve büyük bir fesat çıkar.”
"Onlar ki, inandılar, hicret ettiler, Allah yolunda cihad ettiler ve onlar ki, barındırdılar ve yardım ettiler, işte gerçek mümin onlardır. Onlar için bağışlanma ve bol rızık vardır."
"Sonradan iman edip hicret edenler ve sizinle birlikte cihad edenler de sizdendir. Allah’ın kitabına göre akrabalar birbirine daha yakındır. Doğrusu Allah, her şeyi bilir." (8172-75)
Bu ve benzeri ifade edebileceğimiz birçok ayet veya hadiste ifade edilen, cemaat halinde faaliyet yapma, gayret sarf etme, güçlerini birleştirerek zulme, yanlışlığa, haksızlığa, hurafelere, kötülüklere karşı yürütülecek mücadeleyi insanların gücünü birleştirerek yapmaları gerekir, yapılmadığı taktirde birey olarak bu pisliklerin altından kalkılamaz.
Her ne halde olursa olsun mutlaka, İslam’a karşı olan güçlerle, münafıkların, iblisin yandaşlarının faaliyetleriyle, yürüttükleri psikolojik savaşı göğüslemek için gücümüz yettiği kadar güçlerimizi birleştirerek ayakta durmaya ve doğruları insanlara iletmeye mecburuz. Bu üzerimizde Kur’anî bir yükümlülüktür.
Nasıl Bir Cemaatleşme
Bu yükümlülük nasıl yerine getirilecektir? Bu görev yerine getirilirken uyulması gereken temel esaslar nelerdir? Yani insanların bir araya gelerek oluşturdukları, teşkilat veya cemaat denilen organizasyonların bir arada faaliyet yapması için hangi esaslar olmalı, hangi ilkeleri bünyesinde taşımalı, nasıl yapmalı ki, bu iş yürüyebilsin, doğru olsun? Nasıl hareket tarzı ortaya koymalı ki bu cemaatleşme anlayışı mümin insanların beraberce yürütebildiği bir iş olsun? Bunun mutlaka iyice incelenmesi gerekir.
Bugüne kadar yapılan hatalı uygulamalar Müslüman bireyleri, cemaat halinde mücadelenin mümkün olamayacağını, bunun insanların özgürlüklerini sınırladığını, insanları saptırdığını, insanları uyuşturduğunu, insanların düşüncelerine engel olduğunu iddia etmek durumunda bırakmıştır. Birçok fert, cemaatleşme uygulamalarında meydana gelen çok temel yanlışlardan dolayı bireyselliğe kaymış, mücadele etmeyi terk etmiştir. Daha doğrusu iblisle, iblis yandaşları ile müminler arasında kıyamete kadar sürecek olan mücadelede bir veya birkaç yanlışı gören fertler faaliyeti bırakmışlar, mücadele etme görevini terk etmişlerdir.
O halde Türkiye’de yaşayan insanlar olarak nasıl bir cemaatleşme anlayışı, örgütlenme veya teşkilatlanma anlayışına sahip olunmalı ki, hatalardan korunulabilsin?
Temel Bir Zaaf
İslam dünyasında, şarka has bir zaaf yıllardır devam edegelmektedir. Kimi örgütler ve teşkilatlar saltanat geleneğini, kimileri tarikatlardaki uygulamayı bir teşkilatlanma modeli olarak hala taşımaktadırlar. Bu hem saltanatvari, hem de tarikatvari örgütlenme modelinin zaafı, bugün, bu rejimlerdeki, bu ülkelerdeki demokratik partilerde bile varit olan bir özelliktir. Mesela Türkiye’de demokrasi adına ortaya çıkıp, demokrasinin şampiyonluğunu yapan partilerin bile içine baktığımız zaman şunu görürüz: Her demokratik partinin başındaki lider adeta bir kral, istediğini asıp, istediğini kesmektedir. Kendisine karşı en küçük bir eleştiri yapan insanı hemen kapı dışarı etmektedir. Bu zaaf, bizim toplumlunuzun genel bir özelliği olarak taşınmıştır aynı zamanda. İslâmî cemaatler de bu zaaftan azade olamamıştır. O bakımdan bu yanlış anlayışlar ciddiyetle irdelenmeli mücadele etme konusunda samimi olanlarla, cemaatleşmedeki hastalıkları bahane ederek cemaatleşmeye karşı çıkanlar ortaya çıkarılmalıdır.
Cemaatleşme Nedir?
Cemaatleşme deyince en genelde şunu anlamak gerekir: Cemaat, Allah’ın bizi sorumlu tuttuğu dinini, bizi uygulamakla ve yaşamakla yükümlü kıldığı yüce Kur’an’ı öğrenip yaşamak ve yaşatmak ve insanlara tebliğ etmek için birlikte faaliyet yapmak amacıyla bir araya gelen insanların oluşturduğu planlı disiplinli teşkilatlı bir topluluğun adıdır.Bir başka ifadeyle cemaat:Bir inanç bir karar bir hareket ve kuvvet birliğidir.Bir insan topluluğuna cemaat sıfatını kazandıran da bu üç temel ilke olmalıdır. Bilinmelidir ki,bu ilkelerden birisinin olmaması cemaati kuru bir kalabalığa dönüştürür.
Cemaatin görevi
Bir müminin ana görevi, önce Kur’an’ı öğrenmek, bunu çok iyi kavramak aynı zamanda kavradığını yaşamak, yaşadığını insanlara tebliğ edip öğretmek ve o Kur’an’ın emrettiği tarzda cehdetmek, gayret sarf etmektir. Cemaat de, bu şuurdaki müminlerin bir araya gelip, birlikte şu ayetlerdeki talimatı yerine getirmesi demektir:
“Asra and olsun ki, insan kesin bir hüsran içindedir. Ancak iman edip salih-amel işleyen, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna" (103/1-3) “Topluca Allah’ın ipine sanlın, ayrılığa düşmeyin. Allah’ın size olan nimetini hatırlayın. Birbirinize düşman idiniz, Allah kalplerinizi kaynaştırdı da O’nun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarındaydınız, sizi oradan O kurtardı, işte Allah, doğru yolu bulasınız diye ayetlerini böyle açıklıyor."
“İçinizde hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten meneden bir topluluk bulunsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir" “Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra ihtilafa düşüp ayrılanlar gibi olmayın, işte onlar büyük bir azaba uğrayacaklardır." (3/103 -105)
Hz Ali cemaati şöyle tarif eder:
“Haklı olanların bir araya gelmesi, hak yolda olanların birlikte hareket etmeleridir cemaat.”
“Yanlışlık, hata ve bozgunculuk üzere bir araya gelip örgütlenen insanların adına tefrika"denir. Bunlar örgütlenmiş olsalar da bunun adı cemaatleşme değildir, hizipçiliktir, parçalayıcılıktır, dağıtmadır.
Veya İbn Mesud’un ifade ettiği gibi:
“Tek başına olsa da hak üzerine olmanın adı cemaattir”
Cemaatın Doğuşu
Cemaat hakkıyla yerine getirilen bir Kur'an tilavetiyle gerçekleşmelidir.
Muhatap bireyler öncelikle Kur'an'ı tanımalı, O'nu gereği gibi okumalı ki, sağlam bir ölçüye sahip olmuş olsunlar.
Fertler birlikte cemaat halinde Kur'an'ı okuyup öğrendikçe bir yandan temel ölçülerinin neler olduğunu kavrarlarken, diğer yandan kendilerine o bilgiyi verenlerle yakınlık, dostluk ve sevgi ilişkisi içine girerler.
Cemaate muhatap fertler bu süreç içinde cemaatı, cemaat sorumlularını ve cemaatın cemaatleşme anlayışını tanıma imkanına sahip olurlar. Ancak böyle bir tanıma süreci sonucunda fert muhatap olduğu cemaatle beraber çalışıp çalışamayacağına karar verebilir.
Bu geçiş süreci yaşanmadan meydana gelebilecek bir kabul sıhhatli, isabetli ve iradi bir kabul değildir.
Cemaat kendisine muhatap fertlere bütün samimiyetiyle kendini ve kendi cemaatleşme yöntemini tanıma imkanı sağlamalıdır ki, sıhhatli bir yapılaşma gerçekleşebilsin.
Cemaatleşme gibi ciddi bir karar öyle ayaküstü, hissi, duygusal şartlarla verilemez.
Çok farklı özellikleri, zaafları, eğilimleri bulunan insan unsurunu bir araya getirip gönüllü ve ideal birliği kurmak çok ciddi ve zor bir iştir.
İnsanlar önce dinlerini ciddiye almak mecburiyetindedirler. Eğer ciddiye alıyorsak -ki almaya mecburuz- dinin öğretilmesi, yaşanılması, yaşatılması için gayret sarf etmek görevi cemaatin görevi ise o zaman cemaatleşme de ciddi bir iş olmak durumundadır. Bu, belli bir bilince ulaşmış insanların kendi özgür iradeleri ile şuurlu olarak yapacakları tercihlerle gerçekleşmek zorundadır.
İsra suresi, 36. ayette şöyle buyrulmaktadır:
“Hakkında bilgin olmayan bir şeyin ardından gitme. Çünkü göz, kulak ve kalp bundan sorumludur."
Bu ayette apaçık bir şey ifade ediliyor. ‘Demek ki mümin insanlar Allah yolunda mücadele etmek için cemaatleşmeyi gerekli görüyorlarsa, onun ne olduğunu nasıl olması gerektiğini iyi bilmeleri gerekir, bunu çok iyi kavramaları gerekir. İşte o zaman karşımıza özgür irade çıkar, bilinçli, iradi tercih çıkar, insanlar araştırır inceler ve beraber tavır alır, beraber tercih yapar.
Bu kapsamda cemaatleşmenin oluşumu ve devam eden süreci içerisinde özgür iradeli ve bilinçle yapılan tercih konusunu bir cemaatleşme ilkesi olarak Türkiye’de ve dünyada İslam adına gayret sarf etmeye çalışan her türlü organizasyon ayakta tutmalıdır. Eğer bilinçli, şuurlu tercih yoksa, kalabalık, şuursuz ve bilinçsizce oluşmuş, bir araya gelmişse bunun sonu pek hayırlı olmayacaktır. Bilinçli, iradi tercih cemaatleşmenin başlangıcı, oluşumu, devam eden safhası içinde sürekli olarak mümin bireylerin unutmamaları gereken çok temel bir cemaatleşme ilkesi olmalıdır.
Cemaatleşmenin Hedefi
Cemaatleşmede önemli olan hedefi ortaya koymaktır.
İslam adına ortaya çıktığını söyleyen, İslam adına faaliyet yapan bir cemaatin ana hedefi şunlardır:
Birincisi, Rabbinin kendisine vahy ettiği Kur’an’ı muhteva olarak öğrenmek, onu kavramaktır. Bu onun asli görevidir. Kendi mensuplarına, elemanlarına, yanında bulunan fertlere Kur’an’ı öğretmeyen cemaat, görevini yapmamış olur.
İkincisi, Kur’an’a uygun yani öğrendiği ve kavradığı kitaba uygun bir itikada sahip olmak ve ona uygun hayatı yaşamaya gayret sarf etmektir. Eğer itikadını Kur’an’ın dışında beşerin yazdığı eserlerle oluşturuyorsa; Kur’an’a uygun bir itikat, Kur’an’a uygun bir amel, yaşantı ortaya koyamaz.
Üçüncüsü, bu öğrenip yaşadığı Kur’an’ı insanlara öğretmek, tebliğ etmek, ulaştırmaktır. Bir İslami cemaatin ana esası Müslüman olsun olmasın bütün insanlara Allah’ın kitabını tebliğ etmektir. Onlar ister kabul eder, ister etmez. Ondan biz sorumlu değiliz.
Dördüncüsü, Kur'an-ı Kerim’i öğrenme yaşama ve aktarma sürecinde karşılaştığımız zorlukları sıkıntıları yine Kur’an-ı Kerim’in bize öğrettiği tarzda bir mücadele ile aşmaya çalışmaktır.
Özetle, cemaatleşmenin ana hedefi; Kur’an’la beslenen, Kur’an’la yaşayan bir öncü toplum oluşturmak, Kur’an’ı Kerim’i kavrayıp, yaşayan insanlarla beraber, bütün insanlara örnek olmak, insanlara aktarmak, ulaştırmaktır. Bizce bir cemaatin ana hedefi budur.
Bu ana hedefin istikametinde ikincil hedeflere gelirsek; toplumun fedakâr, kararlı, samimi, dürüst, namuslu insan unsurlarını bulup ortaya çıkarmak, eğitmek, yetiştirmek ve onların üzerine mesuliyetler yükleyerek, toplumun düzelmesi, değiştirilmesi daha insani, daha fıtrata uygun bir hayat tarzının hakim kılınması için mücadele etme şuuruna getirmek cemaatleşmenin ikincil ana hedeflerinden biri olmalıdır.
Bu insanların planlı programlı, düzgün, hesaplı bir tarzda hareket etmeleri, yani belli bir karar, düzen içinde, disiplinle büyük bir gönül hoşluğu ile, bir arkadaşlık hukuku içinde faaliyet yapması da cemaatleşme ana ilkelerindendir. Bu ana esasları cemaatleşme gaye olarak ortaya koyup, mutlaka gerçekleştirmelidir.
Özellikle başta bahsettiğimiz genel ilkeler ihmal edildiği zaman cemaat mutlak anlamda yanlış bir çizgidedir. En kısa zamanda sapacaktır. Ve geçici başarılarla kedi kendini aldatmamalıdır.
Allah’ın uygun gördüğü hayatı yaşamak ve yaşanılır hale getirmek için mücadele etmeye karar vermiş ve bu kararını özgür iradelerle ortaya koymuş samimi insanların meydana getirdiği, karar alabilen, uygulayan, bu konuda hiçbir kınayıcının kınamasına aldırış etmeyen, düzenli bir yapının hazır olması gerekir. Bu yapıda özgür ve iradi tercih, bilinçli tercih vardır. Bu yapıda bilinçli ve özgür tercih olduğu için insanlar hem arkadaştır, hem de kader birliği yapmışlardır. Bu anlamda bir anlayış etrafında bir cemaatleşmeyi geliştirmemiz ve Türkiye’de herkese bunu göstermemiz, böyle bir cemaatin mümkün olabileceğini herkesle tartışmamız gerekmektedir.
Bizim savunabileceğimiz, savunmamız gereken bir cemaatleşme anlayışının ana hedefi müminleri, insanları, hem dünyasını mamur ederken, hem de mutlak anlamda ebedi hayatını kazanacak bir duruma getirmektir. Mücadelemizin ana hedefi, mümin insanların gerçekten kurtuluşa ermek anlamına gelen Allah’ın rızasını kazanarak ebedi hayatı garanti etmelerini sağlamaktır.
Fertlere Allah korkusunu, ahiret sorumluluğunu, Allah’ın mükafatını gösterirken zaten dünyayı mamur eder, dünyadaki zulmü, haksızlığı, işkenceyi, kötülüğü, ekonomik adaletsizliği, cinsel sömürüyü engelleyebilirsiniz. Hem dünyada insanca yaşamalarına, hem de ebedi hayatlarını kazanma imkanlarına katkıda bulunmuş olabilirsiniz.
Kur’an dünyayı mamur etme iddiasındadır. Aynı zamanda mamur edip, Allah’ın gösterdiği tarzda yaşayan insanlara mutlak anlamda cennet garantisi vermekte, ebedi kurtuluşunu sağlamaktadır.
Kaynak: Umran Dergisi: Kasım-Aralık 1997, Sayı: 40, Sayfa: 62-67
Not: Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Urvetü'l Vuska'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Mustafa YILMAZ
Bugün Puthanede İbrahimiz! Yarın Ne Olacağız?
Urvetü`l Vuska - Tüm hakları saklıdır. ® 2014 - Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir. Networkbil.Net