
- 28-03-2015
- 0 yorum
- 5123 okunma
İslâm İlim âleminde büyük bir şöhrete erişmiş olan Mahmûd b. Ömer ez-Zamahşerî, 467 /1075 senesi Receb ayının 27. çarşamba günü Hârizm’in büyük bir kasabası olan Zamahşer’de, Melikşâh’ın hükümdarlığı devresinde dünyaya geldi.
Eski tarihçilerin, Müslüman seyyah ve coğrafyacıların, hakkında verdikleri gösterişli bilgilerden anlaşıldığına göre, Hârizm, Orta Asya’nın medeni gelişmesinde büyük tesiri olan ehemmiyetli bölgelerden biridir. Müellifimiz ez-Zamahşerî, böyle bir bölgede, ilim ve âlimleri seven, çeşitli şehirlerde ilim müesseseleri inşâ ettiren, cemiyet hayatını sükûn ve emniyete kavuşturan, ferdî hayat yaşayışını en yüksek seviyeye ulaştıran, Nizâmu’l-Mülk gibi bir vezirin hüküm sürdüğü bir devirde ortaya çıkmıştı. O devirde âlimler, zamanın gâilelerinden uzak olarak, ilimle meşgul oluyorlar, geçimleri için başka iş sahalarında çalışmak mecburiyetini hissetmiyorlardı.
ez-Zamahşeri’nin ailesi hakkında fazla bir bilgiye sahip değiliz. Kendi ifadelerinden anlaşıldığına göre, dini emirlere riâyet eden bir aileden gelmektedir. Annesinin, duâları kabul olunan sâliha, ince ve âtıfet sahibi bir kadın olduğunu söyler. Çocukluğunda yakaladığı bir kuşun ayağının kırılmasına sebep oluşu neticesinde, annesi de onun ayağının kırılmasını Allah’tan istemiş ve daha sonraları bu istek tahakkuk etmekle, annesini duaları kabul olunan bir kadın olarak tanıtmak ister. Babası da, sebebi pekiyi bilinmeyen bir hâdise neticesinde hapsedilmiş ve hapiste iken 494/1101 senesinde vefat etmiştir. Divânu’l-Edeb adlı eserindeki şiirlerinden anlaşıldığına göre, babası, kendini dine vermiş, gecelerini ibâdet, gündüzlerini oruçla geçiren, ibâdetlerini aksatmayan, âlim, edîb, malı az ve ona ehemmiyet vermeyen zühd ve takva sahibi bir insandı.
Her zaman ve her devirde olduğu gibi, o zamanda da ilim elde etmek için âlim namzedleri şehir şehir dolaşırlar, gittikleri yerlerdeki âlimlerden feyz alırlardı. ez-Zamahşerî de böyle bir namzed olma yaşına gelince, Sâmânoğullarının elinde bulunan, ilim ve edep yönünden yıldızların doğduğu bir yer olan Buhûraya ilim almak için gitti. Babası vefat ettiğinde, O, ilim talebi için memleketinden uzaklarda bulunuyordu. Fakir fakat muttaki bir aile içinde yetişen ez-Zamahşerî, ileride hayatına tesir edecek ilk ilmi ve edebî bilgileri bu âile muhiti içerisinden almıştı. Onun ilmî ve fikrî gelişmesine en fazla tesir eden, Mahmûd b. Cerîr ed-Dâbbî el-Isfahânî (Ö. 507 /1113) olmuştur. Bu zât dil bilgilerinde, nahivde ve edeb’te zamanının yegânesi olarak bilinir. Bir müddet Hârizm’de ikamet etmiş, onun ilminden ve ahlâkından insanlar istifade etmişlerdi. O insanlardan biri belki de en mühimini ez-Zamahşerî idi. el-Mufassal ve Esâsu’l-Belâga adlı eserlerinde bu hocasının tesiri açık olarak görülür. ed-Dâbbî, ez-Zamah serîye sadece dil ve nahiv yününden tesir etmemiş, aynı zamanda ona itizâlî ikillerini de aşılamıştı. Çünkü bu zât, mantık, felsefe ve itizâl yönünde de kuvvetli ve mezhebini yaymakta hırslı bir kimse idi. Harizm’de itizâlî fikirleri öyle sağlam bir şekilde yaymış olacak ki, artık Hârizm kelimesi, mutezile kelimesi ile eş anlamlı bir manaya gelmeye başlamıştı. Hocası ile talebesi arasındaki bu münasebet sadece ilim çerçevesi içerisinde kalmamış, O, ez-Zantalı şerîye mâlî yönden olduğu gibi, Onun devlet ricâli yanında şöhrete ulaşmasına da yardımı olmuştur. Nizâmu’l-Mülk yanında mevkii olan bu zât, en iyi talebesi olarak ez-Zamahşerîyi, ilim âşıkı olan bu meşhur vezire tanıtmıştı. O, şiirlerinde bu veziri medh eder ve över. Melikşâh zamanında devlet ricali ile olan münasebetlerinin artmasına rağmen, mâl ve hırs yönünden büyük emellerine ulaşamadığı anlaşılan ez-Zamahşerî, Horasan’a gitti ve orada, Ebû'l-Feth Alî b. el-Huseyn el-Erdistânî ve Ubeydullah b. Nizami’l-Mülk’ü medh etti. Daha sonra, Selçukluların merkezi olan İsfahan’a geldi. İslam’a yaptığı büyük hizmetlerden dolayı Melikşâh’ı öven şiirler söyledi.
512 senesinde yakalandığı bir hastalık, kendisindeki mansab ve mala karşı olan aşırı hırstan onu kurtardı. Bu gibi tamahlardan kurtuluşun, melik ve hükümdarların civarından uzaklaşmakla mümkün olabileceğini anladı ve bu manalardan kurtulmak için Mekke’ye gitmeye karar verdi. Bu arada da Bağdada uğradı. Bağdatta Ebu'l-Hattâb b. el-Batar, Ebû Saîd eş-Şakânî, Ebû Mansur el-Hârisî’den hadis işitti. ed-Dâmegânî ve eş-Şerîf eş-Şecerî gibi fakihlerle görüştü. Daha sonra Mekke’ye giderek, fazilet sahibi el-Emîru’l-AIevî, Uleyy b. İsâ b. Hamza b. Vahhâs’ın büyük yardımlarını gördü. ez-Zamahşerî, ilim almak için çeşitli beldeleri dolaşmış ve şöhreti ufukları aşmış olmasına rağmen, bu çeşitli bölgelerdeki hocaları kaynaklarda birer birer zikredilmemiştir.
Yukarıda saydığımız hocalarından başka, Ebu’l-Hasen Ali b. Muzaffer en-Neysâbûrî, Ebu’n-Nasr el-Isbahânî, Ebû Mansûr el-Cevâlikî’ den de ilim almıştı. Mekke’de, 518 senesinden önce Sibeveyh’in meşhur “Kitab”ını Abdullah b. Talha b. Muhammed b. Abdullah el-Yâhuri (ö. 518/1124) den okuduğu bilinmektedir. Mekke’de biraz kaldıktan sonra eski dilcilerin yaptıkları gibi, Arap beldelerini dolaşmaya başladı. Esrâru’l-Belağa’da (T-R-B) maddesinde Arap topraklarındaki bütün türbelere girdiğini ve onları gördüğünü söyler. Yemende Hemedânı ziyaret etti ve oradaki “Âli Zerîri” övdü.
Mekke’de eserler telife yönelmiş, tedrise başlamış olmasına rağmen, ez-Zamahşerîyi, vatan hasreti ile dolu olarak Hârizme dönmeye kararlı olduğunu görüyoruz. O, Hârizm’e döndükten sonra, Harzemşah lakabını alan Muhammed b. Anuştekin (Ö. 521 /1127) ona orada bir ev tahsis etmiş ve Ez-Zamahşerî bu zâtın yanında iyi bir mevki elde etmişti. Bu zât ölünce yerine geçen oğlu Atsız (Ö. 551/1156) zamanında, müellifimizin durumu daha da sağlamlaşmış!]. Mukaddimetu’l-Edeb adlı eserini bu zâta ithaf etmiştir.
ez-Zamahşerî bir ara Şam’a da uğramış, İslam’a büyük hizmeti dokunan, Bâtıniler ve Hristiyanlarla mücadele eden Tâcu’l-Melik (ö. 526/İl32)i medhüsena etmişti. Tekrar Mekke’ye döndüğünde İbn Vahhâs’ın yardımı ile yerleşmiş ve tefsirindeki mukaddimesinden anlaşılacağı üzere, Hazreti Ebu Bekrin hilafet müddeti kadar bir zaman sürecinde Kur’ân Tefsiri “el-Keşşâf”ını tamamlamıştı. Bu bereketli yer sayesinde birçok eserleri telif etmiş olmasına rağmen, yine vatan hasreti galebe çalmış ve Mekke’den ayrılmaya karar vermişti. Memleketine dönerken 533 senesinde Bağdat’a tekrar uğradı ve bu arada bazı dile âit kitabları Ebû Mansûr el-Cevâliki’ye okudu. Sonra vatanına döndü. Atsız’dan hürmet ve itibar gördü. 538 /1144 senesi arifesinde, Hârizm’in Cürcaniyye kasabasında vefat etti. İbn Batuta, onun türbesini gördüğünü söyler.
ez-Zamahşerî, hayatının büyük bir bölümünü ilme ve eser telifine vermiş, evlâdı ıyal mesuliyetinden uzak kalmış nâdir şahsiyetlerden biridir. Böyle kıymetli eser verişinin, velûd oluşunun sebebini, Divânu’l-Edeb adlı eserindeki bir şiirinde, ana babanın, aile ve evlat terbiyesindeki güçlükleri dile getirerek “bu sebepten evlenip nesil üretmekten vazgeçtim, en güzel yol olan mesihilik (ruhbanlık) yolunu seçtim” demek suretiyle, izah etmektedir. Kısacası o, nefsini tamamen ilme adamıştı. Talebeleri ve eserleri onun indinde, sulbünden gelecek nesilden daha hayırlı idi. Hakikaten müellifimiz, kendisi hakkında söylenenlere bihakkın lâyık olmakla beraber, Mutezile mezhebinin görüşlerini benimsemiş ve o fikirlerin yayıcısı olması yönünden ağır tenkitlere uğramıştır. Fıkıhta Hanefî mezhebine mensuptu. Bir ayağı topal ve takma idi. Ayağının kırılması hususunda kaynaklar üç rivayet zikrediyorlarsa da, şüphe yok ki bu üç rivayet bir birinin mütemmimi kabilindendir. Bu rivayetlerden birincisi, çocukluğunda yakaladığı bir kuşun ayağının kırılmasına sebep oluşu neticesinde Annesinin de onun ayağının kırılması için dua etmesi; İkincisi, ilim almak için şehirden şehire dolaşırken, çok soğuk bir günde ayağının donması neticesinde kopması; Üçüncüsü ise, ilim almak için yaptığı seyahatlerin birinde bindiği hayvandan düşmesi neticesinde ayağının kırılmasıdır. Bu üç haber genellikle kaynak eserlerde ayrı ayrı geçer. Bazen beraberce bulunur, bazen de bunlardan biri diğerlerine tercih edilir. Hâlbuki her üç haber de aynı hâdise içerisinde varit olması mümkündür. Zira coğrafyacılar, Hârizm bölgesinin soğuğunu anlatmakla bitirememektedirler. O bölgede seyahatlerde donan insanlar pek çoktur. Ez-Zamahşerî de ilim için yaptığı seyahatlerin birinde ayağı donmuş ve bu halde iken bindiği hayvandan düşmüş olabilir. Tıbben sabittir ki, donan bir uzuv sert bir yere çarpınca kırılıp kopabilir. Çocukluğunda bir kuşun ayağını kırmış olması ve annesinin bedduası bu hadiseden sonra çağırışım yapmak suretiyle hadisenin içerisine girmiş olabilir. Kısacası bu üç rivayet, kanaatimizce aynı hadisenin çeşitli yönlerinin ifadelerinden başka bir şey değildir.
ez-Zamahşeri, şüphesiz asrının imâmı, edeb ve nahiv ilimlerinde meseller darbeden faziletli bir nahivci idi. Tefsirde, nahivde, dilde, edebde ve diğer ilimlerde delici bir zekâya mâlikti. Böyle bir zâtın etrafında pek çok talebe toplanmış, onlara, edeb, dil, tefsir, hadîs, nahiv konularını öğrettiği gibi, mensûb bulunduğu mutezile akide sistemini de öğretmekten ve onları kendi mezhebine davetten geri kalmamıştır. Meşhur talebelerinden bir kaçını zikredelim:
Tabaristânda, Ebu’l-Mahâsın İsmail b. Abdullah et-Tavîlî,
Abyurt’da, Ebu’l-Mahâsîn Abdurrahîm b. Abdullah el-Bezzâr,
Zamahşer’de, Ebû Amr Amir b. el-Hasan es-Simsâr, Semerkant’da, Ebû Sa’d Ahmed b. Mahmûd eş-Şâtî,
Hârizm’de, Ebû Tâhir Sâmân b. Abdilmelik el-Fakîh,
Bunlardan başka, Muhammed b. Ebî’l-Kâsım Baycuk Ebû’l-Fadl el-Bukâlî el-Hârizm’î Zeynu’l-Meşâyih, Ya’kub b. Ali b. Muhammed b. Ca’fer Ebû Yusuf el-Belhî, Ali b. Muhammed b. Ali b. Ahmed b.
Mervân el-Kumrânî el-Hânzmî Abu’l-Hasen., el-Muvaffak b. Ahmed b. Ebî Sa’id İshâk Ebu’l-Müeyyed, Uleyy b. Hamza b. Vahhâs Ebû’t -Tayyib, onun meşbûr talebelerinden birkaçıdır.
Geniş ilim sahibi ve çeşitli ilimlerde şöhrete ulaşmış olan ez-Zamahşerînin, gerek hayatını ve gerekse eserlerinin tahkiklerini yapanların verdikleri bilgilerden istifade ederek, eserlerini basılmış olanlar ve basılmamış olanlar olarak iki grupta sıralamamız mümkündür.
Basılmış olanlar:
— el-Keşşâf an Hakâiki’t-Tenzil ve Uyûni’l-Ekâvil fî Vücûkit-Te’vil. .
— el-Fâik fi Garibi’l-Hadis.
— Kitâbul-Cibâl ve’l-Emkine ve’l-Miyâh.
— Nevâbiğu’l-Kelimveya (el-Kelim en-Nevâbiğ).
— Etvâku’z-Zeheb(en-Nesâihu’s-Sıgaı).
— Makâmât (en-Nesâifıul-Kibâr).
— Şerha Makâmât.
— Rcbiu’l-Ebrâr ve Nususu’l-Alıbâr.
— el-Unmûzec.
— el-Mufassal fi Sin’atil-l’râb.
— el-Mufred ve’l-Muellef.
— el-Muhâccât ve’l-Mütemmem .
— Esâsu’l-Belâga.
— Mukaddimetu’l-Edeb.
— el-Kustâsu’l-Müstakîm fî llmi’l-Atûz.
— el-Mustaksâ fi EmsâlVl-Arab.
— A’cebu’l-Aceb fi Şerhi Lâmiyeti’l-Arab.
— ed-Durr ed-Dâ’ir el-Muntahab fî Kinâyât ve’stiârât ve Teşbihâti’l- Arab.
— Hasâisu’l-Aşereti’l-Kirâmi’l-Berere.
— Mestle fi Kelimeti’ş-Şehâde.
Çeşitli kütüphanelerde yazma halinde bulunan veya kaybolması muhtemel olan diğer eserleri:
— Niiketu’l-A’ral) fi Garibi.’H’rab.
— Şerhu’l-Mufassal.
— Şerhu Kitûbı Sibeveyh.
— Muhtasarul-Muvafaka Bvyânu Ehli’l-Beyti ve’s-Salıâbe.
— Minhâc fi Usûli’d-Din.
— Nuzhctu’l-Mütennis ve Nahzate’l-Muktebis(ez-Zamabşeriyeolmadığı da söylenir).
— Ruûsu’l-Mesâil.
— er-Râid fi’l-Ferâid.
— Kitâbu Müteşâbihi Esmai’r-Ruvât.
_ Kitâbu Şakâiku’n-Nu’mân.
— Tesliyetud-Darîr.
— Divânu Hutab.
— Divânu Resâil.
— el-Emâlî fi Külli feıın.
— Hâşiyc ale’l-Mujassai.
— el-Mufred ve’l-Murekkeb.
— Samîmu’l-Arabiyye.
— Cevâhirul-Luga.
— Kitâbu’l-Ecnâs.
— el-Esmâ ve’l-Luga.
— Sevâiru’l-Emsâl.
— Risâletu’l-Mesele.
— Mu’cemu’l-Hudûd.
— Dâlletun-Nâşid.
— Kitâbu Akli’l-Kulli.
— Risâletul-Esrâr.
— Divânu t-Temsîl(Temessiil).
— er-Risâletu’n-Nâsiha.
— Divânu Şi’ir.
_ Kitâbu’ş-Şâfi.
— Rul ıu’l-Mesâi I.
— el-Muhâdarât.
— Marsiyve.
— Esrar ut-Takdis.
— Esraral-Mevâdi'.
— er-Risûletu’l-Mubkiyye.
— Ziyâdetu’n-Nüsûs.
— Şerhu Ebyâti’l-Keşşâf.
— Şerha Muhtasari'I-Kxdû,rî.
— Talebetu’l-Ufât fi Şerhi’t-Tasarrufât.
— Fusûsu’l-Ahbâr.
— Fusûsu’n-Nusûs.
— Keliınetu’l-Ulemâ.
— Menâsiku’l-Hace.
— Nesâihu’l-Miilâk.
Bu eserler, ez-Zamahşeri’nin bereketli ilim hayatının delilleridir. ez-Zamahşeri’nin bu çalışmaları genellikle bidayette edep, dil ve nahiv yönlerinde ağırlığını gösteril. Bunlardan başka tefsir, hadis ve fıkıh sahasında da eserler yazmıştır. ez-Zamahşerî’nin bu eserlerinin her biri, nefislerde ve asrının sosyal bozukluklarında birer ihtilal meydana getirecek mahiyettedir. Bu eserlerde felek ve nücûma dair bilgiler, sultan ve emirlere nasihatler, ilim adamlarının izzeti nefis sahibi, mütevazı ve sabırlı olmalarına dâir tavsiyeler, halka öğütler ve taklitten sakınmalarına dair vaâzlar, mukabidlere, rüşvet alan kadılara ve mala perestij edenlere, dinlerini dünya ile değişenlere hücumlar ve târizler vardır.1
Biz bu yazımızda müellifin bütün eserlerini tetkik etmeyeceğimiz ve sadece tefsirindeki metodunu incelemeye çalışacağımız için, Tefsir tarihinde mühim bir yer işgal eden el-Keşşâf, müellifimizin son eserlerinden biri olması dolayısıyla, muhteviyatı adeta onun kemâl ve ilmi olgunluğunun bir nişanesi mesâbesindedir.
Genellikle müfessirler, tefsirde nasıl bir metod takip ettiklerini, esas görüşlerini, yazdıkları tefsirin mukaddimesinde göstermeye çalışırlar. Bu bakımdan tefsirlerin mukaddimeleri, tefsir tarihini inceleyenler ve tefsir metodlarını araştıranlar için mühim bir kaynak olur. Bir müfessirin tefsirdeki metodu hakkındaki görüşleri başkalarının naklettiklerinden dinlemektense, bizzat müfessirin kendi ifadelerinden istifade etmede, ilmi objektiflik bakımından büyük faydalar vardır. İşte biz de, İslâm ilim âleminde büyük bir şöhrete sâhip olan ez-Zamahşerî’nin tefsiri ve metodu hakkında başkalarının görüşlerine dalmadan, bizzat kendisinin tefsir hakkındaki görüşlerini, tefsir metodunu, Tefsir mukaddimesini terceme ve tefsirindeki orijinal noktalara temas ederek göstermeye çalışacağız.
Keşşâfın Mukaddimesi:
Rahmân, Rahim Allah Adıyla,
Övme, Hamd-ü Senâ, Kur’ânı Kerimi düzenli bir kelâm halinde toplamış olarak indiren, Allaha mahsusdur. O, Kur’ânı Kerimi ihtiyaca göre (tüm olarak değil de) zaman zaman (parça parça) indirdi. Onu (Kur’ânı) hamd ile başlattı, iltica ve sığınma ile sona erdirdi. Muhkem ve müteşâbih olmak üzere iki kısım hâlinde vahyetti. Onu sûrelere, sûreleri âyetlere, âyetleri ile gayelerine göre duraklarla ayırdı. Bütün bunlar, zamanla başlayan en mükemmel şekilde yoktan meydana getirilen birer sıfat, sonradan ihdas ve icâd edilen birer alâmet ve işaretlerden ibarettir. Evveliyyeti ve kıdemi kendine hâs, kendisinin gayrındaki her şeye, yoktan var edilmişlik damgasını vuranı (Allah’ı), bu gibi noksan sıfatlardan tenzih ( derim. O, Kur’ânı, beyânı açık, delili kesin, mucize ve delilleri dile getiren bir vahiy, eğriliği olmayan Arapça bir Kur’ân, dünyaya ve âhirete âit menfeatların bir anahtarı, nezdinde bulunan semavî kitabları tasdik eden diğer bütün mucizelerin dışında her zaman (kıyamete kadar) mu’ciz, diğer kitaplar arasında her yerde ve her dilde dolaşan bir kitap olarak indirdi (yarattı). Hâlis Araplardan ona karşı muârız olmak isteyenleri, onunla susturdu. Ona meydan okuyan belağat sahibi hatiplerin dillerini, onunla tuttu. Fesahat sahibi olanlardan hiçbiri onun gibi veya ona benzer bir şey meydana getirmeye teşebbüs edemediler. Belagat sahiplerinin sayıları, el-Bathâ2daki ince çakıldan daha çok, ed-Dehnâ3 daki kum sayısından daha fazla olmalarına rağmen, Onun en kısa bir Sûresi kadar bir sûre, meydana getiremediler. Düşmanlıkta, zarar vermekte, galip gelmek için bütün güçlerini ortaya koymaya, kendileri ve atalarının yaptıkları büyük işleri, en ufak bir şeyden dolayı savunmayı kalkışmalarına, her istediklerinde haddi tecâvüz etmede, aşırı davranışlarıyla meşhur olmalarına, kısacası, biri kendilerine karşı bir övünmede bulununca, ona karşı kat kat övünmelerine, biri onlara bir ikramda bulununca daha fazlası ile mukabelede bulunmalarına rağmen, Kur’an’a karşı koyma hususunda en ufak bir savunma dahi gösteremediler. Allah onlara ilk önce delil (hüccet)i, sonrada kılıcı yöneltti. Fakat onlar delili bir tarafa bırakarak, delille değil de, kılıçla karşı koydular. Kabaran deniz dalgalarının küçük göl birikintilerini içine aldığı, güneş doğunca, diğer yıldızların ziyasını boğduğu gibi Kur’an’ın fesahât ve belâgâtı, insanı hayrete düşüren mucize ve açık delilleri karşısında-kendi varlıklarının söneceğini, övünmelerinin değersiz kalacağını ve eriyip gideceğini bildikleri için, hüccete karşı koyamamışlar ve çekinmişlerdir.
Dua (salât ve selâm), kendilerine vahyedilenlerin en hayırlısı, Allah’ın sevgilisi, nesli Abdu’l-Menâf b. Kusayy olan Benû Luey kabilesinde sözü geçen Hâşim sülalesinden gelen, ismeti sâbit bulunan, hikmet ile teyid edilen, şeref ve kemâl sahibi olan, ismi Tevrat ve İncil’de geçen Ümmi Peygamber, Ebû’l-Kâsım Muhammed Abdullah b. Abdilmuttalib’e, pâk ehli beytine, damat ve kayın pederi olan dört halifeye, bütün muhacir ve ensâra olsun.
Ey Mubatab: şurası bir gerçektir ki (bil ki) her ilmin esasında, ilim adamlarının dereceleri birbirine yaklaşıktır. Her önemli sanatta da sanatkârların seviyeleri birbirine yakın veya eşittir. Bir ilim adamı diğerini ancak birkaç adım geçebilir. -Kısacası, her ilmin aslında ve her sanatın esasında kaydedilen yarış farkı mühimsenecek kadar değildir. -Ancak önemli faiklar, kendisinde, rütbelerin farklı olduğu, müsabaka ve mücadelenin hızlandığı, fark ve üstünlüklerin büyüdüğü, hatta bu üstünlük ve farkın bini bir sayacak sonsuz bir dereceye ulaştığı, ilim ve sanatlarda mevcut olan sırların güzellikleri, manaların incelikleri, fikir konuları olan manaların letafeti ve perdeler ardında gizli kalan sırların kapalı oluşudur. Bu sır ve gizlilikleri ancak toplumun seçkinlerinin (havassın) en ender, en hâs, en üstün ve en seçkin olanları keşfedebilir. Bunların büyük bir çoğunluğu sır ve kapalılıkların gerçeklerini kendi maharetleriyle idrak etmek imkânına sahip değildirler. Onlar taklidin esiridirler ve ondan asla kurtulamazlar.
Sonra, gönülleri en çok dolduran, isabetli fikirlerle kendisine ulaşılan garib nüktelerle gönülleri en çok olgunlaştıran, ardı ardına saklanan gizliliklerin telâfisi ancak keskin basiret ile idrak edilebilen ilim, tefsir ilmidir. Bu ilim, el-Câhiz (Ö. 255 /869) in “Nazmu’l-Kur’ân” adlı eserinde dediği gibi, üzerinde durup hakkında görüş beyân etmek her ilim sahibi için mümkün değildir. Meselâ, bir fıkıhçı fetva ve ahkâm konularında emsalini geçse, bir kelamcı kelâm sanatında dünya ehlini mağlup etse, hikâye ve haber ezberleyen, İbnu’l-Kurriyye4 den daha çok ezberlemiş olsa, bir vaiz el-Hasen el-Basrî (ö. 110/728) den daha tesirli vaâzda bulunsa, bir nahivci Sibeveyh (Ö. 180/796) den daha çok nahiv bilse ve bir dilci dil ilminin zirvesine çıksa bile, Kur’an’a ait olan mcânî ve beyân ilimlerinde üstünlük sağlayamadıkça, bunların hiç biri Kur'ân ilmine giden yola sülük edemez ve gizli kalan sırları araştırmada ehil duruma gelemezler. Bu iki ilimde üstünlük elde etmek için zaman zaman bu ilimler üzerinde durulması ve incelemelerde bulunması gerekir. Allah’ın kitabında bulunan incelikleri keşfetmede, Allah’ın Resulünü mucizelerini izâlı etmede, bu ilimleri tatbik etme gayretinde bulunulmalıdır. Bütün bunlar, diğer ilimlerden haz alındıktan tahkik ve hıfz gerçekleştirildikten, çok çok müracaat ve uzun uzun mütalaada bulunulduktan, zaman zaman (onu okumaya ve okutmaya) rücû edildikten, başkalarıyla münazara yapıldıktan ve irab ilminde gelişme sağlandıktan sonra olacaktır. Bu koni darda üstünlük sağlayan kimse, fikri davranışlarda yumuşak tabiatlı, sırları ortaya koymak için gönlü açık, en kapalı bir işarete karşı ayık ve en ufak kaş-göz hareketlerine karşı uyanık bulunmalı, ne sert ve ne de donuk- ne kaba ve ne de eziyet verici olmalıdır. Bu kimse, nesir ve şiir sanatlarına Aşina, neticeye götüren fikirlerin tertip ve birleştirilmesinde usta olmalı, mecbur kaldığında cümle terkibi ve telifinin nasıl tanzim edileceğini ve sıralanacağını bilmelidir.
Arapça ve din usûlü ilmine vâkıf olan Adliye Nâciye fırkası5 mensubu faziletli din kardeşlerimiz, bir ayetin tefsiri hakkında, bana her müracaatlarında kendilerine kapalı olan bazı gerçekleri izah ettim. Bu durumdan çok memnun oldular ve bana karşı hayranlık duydular. Bu konuları içine alan bir kitabın telifi için can atıyorlardı. Hatta bana gelerek “Kur’ân gerçekleri ve tevil vecihleri hakkında söylenenlerin” en hayırlı olanlarını kendilerine imla etmemi teklif ettiler. Fakat beni bağışlamalarını istedim. Ancak tekliflerinde Israr ederek, din ulularını ve tevhid ve adalet ulemâsını şefaatçi olarak aracı koydular. Bu konuda ilmimin bağışlanmasını istememdeki sebep-hâlbuki isteklerine icabet etmem gerekli idi. Çünkü bu konunun içine girmek bana farz gibiydi. Zaman ahvalinin kötü oluşu, insanların İlmî zayıflığı, meânî ve beyân ilimlerinde ilerlemek şöyle dursun, bu iki ilimle ilgili ilimlerin en azında bile himmet de bulunmamalarıdır. Ben onlara sûre başları ile ilgili bazı meseleleri ve Bakara sûresinin kapalı yönleri hakkında bir takım bilgiler yazdırdım. Verilen bu bilgiler oldukça geniş ve uzun, çok sorulu ve cevaplı olmuştu. Bu konuda geniş bilgi vermekten gayem, bu ilmin geniş ölçüde sırları bulunduğuna işaret etmek, onlara hedef edinebilecekleri bir meşale dikmek ve uyabilecekleri bir ölçü vermekti. Beytullaha gitmek ve Haremi Şerifte konaklamak için olan azmim kesinleşince, Mekke’ye doğru hareket ettim. Geçtiğim her ülkede göze çarpacak kadar ilim ve güç sahibi olanlara rastladım. Bunların pek azı, imlâ edilen o ilmi elde etmek, onunla ünsiyet kurmak için bağrı yanmakta ve onu iktibas etme hırsına sahip bulunmakta idi. Gördüğüm bu durum bana biraz memnunluk verdi ve cesaretimi artırdı. Göçü, Mekke’ye attığımda birde ne göreyim, kendimi büyük bir ağacın yüksek dalını temsil eden Rasullulah Ailesinin şerefi el-Emîr eş-Şerîf el-İmâm Ebu’l-Hasen Ulcyy b. Hamza b. Vahhâs’ın yanında buldum. Allah onun şanını dâim kılsın.
Hasanoğulları iyilikleri çok ve öğünmeye değer işleri bulunmakla beraber, O (Ebu'l Hasen) onlar arasında dikili bir sancaktı. Onu, insanlar arasında ilme karşı en çok susamış, en çok içi yanmış ve ona karşı rağbette en vefakâr olarak buldum. O, daha Hicaza gelmeden önce, bu gayeye ulaşmak için, başındaki işler kalabalık olmasına rağmen çıplak çölleri aşmayı, uzun mesafeleri geçmeyi ve bize Hârizme elçi göndermeyi düşündüğünü anlattı. Bağışlanın asını isteyenin (kendini kastediyor) çareleri daraldı, tutacak dalı kalmadı. Görüyorsun yaşım ilerledi, cildim buruştu Arapların “Dekkâketu’r-Rikâb”6 adını verdiği el-aşre yaklaştım. Birçok fâideleri, sırları ve gizli tarafları dikkate almak kaydıyla daha önce takip ettiğim yoldan daha kısa bir yol ittihaz ettim. Allah muvaffak etsin ve atılan adımları isabetli kılsın. Bütün kıymeti otuz senden daha fazla bir zaman değeri taşıyan Hz. Ebu Bekr (R.A) in hilafette bulunduğu müddet7 kadar bir zaman içerisinde eserini tamamladı. Bu işi böyle kısa bir zamanda tamamlamak Beytullahın mucizelerinden bir mucize, Haremi Şerifin bereketlerinden bir bereket ve üzerime akıtılan feyizden başka bir şey değildir. Üzerinde çalışıp yorulduğum şeyi, beni kurtaran bir sebep ve sırat köprüsünde her tarafımı aydınlatan bir ışık (nûr) kılmasını Allah Taâladan isterim. O, ne güzel isteği yerine getirendir.
Tefsir ilmi hakkımdaki görüşlerini ve gayesini kendi ağzından dinlediğimiz ez-Zamahşerî “el-Keşşaf an Hakâiki’t-Tenzîl ve 'Uyûni’l- Akâvil fi vücûht-Te’vil'’ adlı eserini 526/1132 senesinde Mekke’de yazmaya başlamış ve yine müellifin el yazısı ile yazdığı eserinin sonunda Kâbe civarında 528/1134 senesi Rebiu’l-âhirinin 23. Pazartesi günü bitirdiğini kaydetmiştir.8 Kaynak eserler, kendisinin mutezileye mensûb olduğunu göstermek için, tefsir mukaddimesinin başlangıcında ( اندىأحمدالله) (حق) lafızlarını kullandığını, fakat dostları bunu şeklinde tashih ettiklerini, fakat bu tashih müellifin tashihi olmadığını beyan etmektedirler.9 Zaten böyle bir zorlamaya lüzum yoktur. Zirâ ez-Zamahşerî, âyetleri tefsir ederken, mutezilî görüşlerini tamamen ortaya koymuştur. Yine mukaddimesinde, tefsirle meşgul olacak kişinin bilhassa meânî ve beyân ilimlerine- gereken ehemmiyeti vermesini istemiş âdeta bütün gayesini bu nokta üzerinde temerküz ettirmiştir. Keşşâf adlı tefsirinin telifine âit târihi bilgileri müellifinin kendi ağzından dinledikten sonra, bu mühim eserin kaynaklarına temas edelim.
Keşşâfın Kaynakları:
Tefsir tarihinde, bilhassa aklî tefsir yönünde çok mühim bir şahsiyet olan ez-Zamahşerî, bu kıymetli eserinde kullandığı hadisler, fıkhi meseleler, şiirler, lügat, cedit, Kur’an’ın nassının güzelliğini ortaya koyabilmek için işlediği meâni ve beyâna âit bilgiler onun geniş bir kültüre sâhip olduğunu bize aksettirmektedir. Tabiidir ki bu geniş kültürün, ona çeşitli kaynaklardan geldiği şüphesizdir.
Tefsir Kaynakları: Tefsirinin muhtevasından elde edebildiğimiz bilgilere göre tefsir kaynak arı şunlardır:
a) Mücâhid (Ö. 104 /722) in tefsiri,10
b) Amr b. Ubeyd el-Mu’tezilî (ö. 144/761)nin tefsiri, Ondan kıraât ve tefsir rivayetlerinde bulunur.11
e) Ebû Bekr b. el-Asanı (Ö. 235 /849)ın tefsiri. Bazen ondan nakillerde bulunur, bazen de bunu reddeder.13
d) ez-Zeccâc (ö. 311 /923)m “Meâni’l-Kur’ân” adlı tefsirinden, ez-Zamahşerî genellikle Kur anın lugavî tefsiri ve nakli tefsirin mücmel olan yönlerini aldı.14
e) er-Rummânî (O. 384/994) nin tefsiri. İbn Tangrıberdî, ez-Zamahşerî tefsirde, er-Rumminin yolunu takip ettiğini söyler.15
f) Ali b. Ebî Talib16 (ö. 40/660) ve Ca’feri Sadık (Ö. 143/765)17 gibi şahıslardan nakledilen şiî tefsirler.
g) ez-Zamahşeri'nin bid’a diye isimlendirdiği, Müşebbihe ve Cebriyye18, Hâricî19, Râfızî20, Mutasavvıfa21 gibi çeşitli fırka tefsirleri.
Hadis Kaynakları:
ez-Zamahşerînin tefsirinde, Müslimin Sahihinden başka açık olarak hadis kaynakları zikredilmemektedir.22 Müslimin Sahıhi dışındaki hadis kaynaklarından aldığı hadisleri ez-Zamahşerî “ve fi’l hadis” formülü ile göstermektedir.
Kıraat Kaynakları:
ez-Zamahşeri, Kurrâ ve mushaflara, muhtelif şehir kıraatlerine vâkıftı. Genellikle eserinde ismi geçenler şunlardır.
a) Abdullah Mes’ud'un Mushafı,23
b) Abdullah’ın dostu el-Hâris h. Süveyd’in mushafı,24
c) Ubey b. Ka'b'ın mushafı,25
d) Ehli Hicâz ve ehli Şam Mushafları26
e) Ehli Küfe mushafları,27
f) Irak ehli mushafı,28
g) ve diğer bazı mushaflar.29
Dil ve Nahiv kaynakları:
a) Sibeveyhin " el-Ki tabı” ez-Zamahşeri bunu çok kullanır30 ve onu yüceltir.
b) Îbnu’s-Sikkît (0. 244 /858)in, “İdâhu'l-Mantı 'mı tenkid eder.31
c) el-Mübered (Ö. 285; 898) in “el-Kâmü”i.32
d) Abdullah b. Diresteveyh (Ö. 247/958) in “Kitabırl-Kilabi’l- Mütemmem'i33.
e) EbûAli el-Fârisi (Ö. 377 /987) uitı “ Kitâbu’l-Hucce34”ve “Kitâbu'I-Halabiyatû.35
f) İbnu'-Cinnî (öl. 392/1001) nin “Kitaba’t-Temam36”ve Kitâbu’l- Muhteseb”i.37
g) Müellifi bilinmeyen dile âit el-Iklid” adlı eser.38
h) Ebu'l Feth el-Hemedani’nin (Ö. 376/986) “et-Tıbyân’"ı39
Edebî kaynakları:
a) el-Câhiz’in (Ö. 257 /869) el-Hayavân'ı40
b) Ebu Temmâm (ö. 231 /846) “Hamase'”si,41
c) Ebu’l-Alâ el-Ma'âri (Ö. 449/1057) nin "Estağfiru Estağfiri'’si,42
d) Bizzat müellifin kendisinin “Nevabiğu’l-Kelim,43 “Şafi’l Illiyyi min Kelami’ş Şaf’i”44 ve “en-Nesaihu's-Sigar”45 adlı eserleri.
Vaaz ve esatir kaynakları:
a) Şehr b. Havşeb46 (Ö. 112/730), Rabîa el-Basriyye, Tavus47 (Ö. 106/724), Malik b. Dinâr48 (Ö. 130/748) gibi ilk tasavvuf erbabından nakledilen bazı va’z ve tasavvuf kitapları.49
b) Bazı efsanevi kıssalar nakleden kitaplar.50
Tefsirdeki Metodu:
Eser sahibinin şahsiyetini aksettiren en güzel ayna, muhakkak ki kendi eseridir. Kişinin eserini tetkik etmeden, başkalarının o kişi hakkındaki övmeleri veya yermeleri nazarı dikkate alınıp kişinin şahsiyetini çizmek, insanı muhakkak hataya götürür. Onun için biz de, bu çalışmamızda tefsir ve Arap dili sahasında şöhrete ulaşmış olan ez-Zamahşerî’nin el-Keşşâfını tanıyarak, onun şahsiyetini ortaya koymaya çalışacağız. Şunu unutmamak gerekir ki, bir şahsın eserindeki metodunu tetkik etmek demek, Onun o eserinden akseden ilmi şahsiyetini ortaya koymak demektir. Bu eserini niçin telif etmeye çalıştığını ve bu eseri için kaynak olan, kendinden evvelki, (serleri tefsirinden çıkarmaya çalıştık. Şüphe yok ki ez-Zamahşerî, hayat hikâyesini verdiğimizde de anlattığımız gibi, Mutezileye mensuptur. Fikrî mütaâlaları, mutezile tefsir ekolü içerisinde incelenecektir. Biz burada, ez-Zamahşerî’nin, Kur’ânın i’cazı hakkındaki görüşlerini, aklî ve nakli tefsirdeki yerini, dil, nahiv, kıraat, fıkıh ve edepteki maharetini, insan ruhunu terbiye ve cemiyeti ıslahta gösterdiği gayreti, eserinden alacağımız örneklerle özlü ve kısa bir şekilde göstermeye çalışacağız.
Kur’ân'ın İ’câzı:
Mutezile mezhebi mensupları başlangıçtan beri Kur’ân'ın i’cazı üzerinde ehemmiyetle durmuşlar ve III asırdan itibaren de bu mesele istikrar bulmaya başlamıştı. el-Câhiz (Ö. 255 /869), el-Vâsıtî (Ö. 306 /918), er-Rummânî (ö. 384 /994) gibi mutezilî imamlar bu alanda çalışmışlar, bazıları ona el-Beyân, bazıları el-Bedi, bazıları şiirsanatı ve bazıları da yazı sanatı demişlerse de, bu sanatın hakikatini tam olarak ortaya koyamamışlardı. İ’caz konusunun görüş dairesini genişletip hudutlarını tayin daha sonraları mümkün olacaktır. el-Bâkillâni (ö. 403 /1012) ise belâgatın manasını açıklamaya ve i’cazu’l-Kur’ânı anlamak için bir metod ortaya koymaya muvaffak oldu sayılamaz. Belâgatın güzellik yönlerini ve illetlerini gösterip mazbut kalıplar vazeden ve i’câzu’l- Kur’ân meselesini kanalize eden “Delâilu’l-I’câz” adlı eserin sahibi Abdu’I-Kâhir e)-Cürcânî (Ö. 471/1078) olmuştur. Bu zât arap dilinin nahvini iyi bilmekte ve onun arkasındaki ilimlere geçerek, arapça cümlelerdeki sırları öğrenmeye çalışıyordu. Muğlak olan bu kapı artık yavaş yavaş açılıyordu. V. asrın ikinci yarısında ve VI. asrın başlangıcında, bu alanda ez-Zamahşerî şöhret kazanmıştı. ez-Zamahşerî, Ahdulkâhirin verdiği metod üzerinde hareket ederek, terkiplerin tahlilini ve onların hususiyetlerini ele almış, sahîh lügata tâbi olarak âyetlerden belâgat yolunun iktizalarına göre manalar istihraç etmiş, âyetlerin izahını İlmî yönden ele almıştı. el-Keşşâf adlı tefsirinde Kur’an’ın i’cazını nasıl bir zevkle incelediğini göstermeye çalışalım.
ez-Zamahşerîyi, tefsirinde bir fakîh, bir mütekellim, haberci, vâiz, nahivci ve dilci olarak göreceğiz. Bu hususlar genellikle diğer tefsirler ve tefsircilerde de görülebilir. Onun Kur’an’a tahsis ettiği ve manalarının güzelliğinin keşfine yardımcı olan meâni ve beyân ilimlerine verdiği önemi belirtelim. Müfessirimiz tefsirinde bütün gayretini burada göstermiş ve bilgisini bu konuda olgunlaştırmıştı. Bunlardan yararlanarak, Rasûl mucizesinin izahlarını yapmıştır. Diğer ilimlerden de yardım talep etmiştir. Bu bakımdan o, hakikaten bir müfessir olarak mütalaâ edilmiştir. Nitekim o, Kur’ân’ın mu’ciz beyanını, baş tarafta tercemesini verdiğimiz mukaddimesinde gayet güzel açıklamıştır. ‘"Sonra gönülleri en çok dolduran, isabetli fikirlerle kendisine ulaşılan garib nüktelerle gönülleri en çok olgunlaştıran, ardı ardına saklanan gizliliklerin telafisi ancak keskin basiret ile idrâk edilebilen ilim, tefsir ilmidir. Bu ilim, el-Câbizin “Nazmu’l-Kur’ân” adlı eserinde dediği gibi, üzerinde durup hakkında görüş beyân etmek her ilim sahibi için mümkün değildir.... Kur’an’a âit olan meâni ve beyân ilimlerinde üstünlük sağlayamadıkça,bunların hiçbiri Kur’an ilmine giden yola sülük edemez demeksuretiyle, tefsirine başlayışının asıl gayesini açıklamış olmaktadır.
ez-Zamahşerî, Kur’an’ın i’cazını şöyle veciz bir şekilde izâh etmeye çalışır. Kur’ân iki cihetten muciz bir kitaptır. Bir yönü, nazmının i’cazı; diğeri ise onda gaybî haberlerin bulunuşudur.51
ez-Zamahşeriye göre Kur’an’ın i’cazının bir yönü onun nazmıdır. Nazım, Kur’ânın i’cazının esasıdır. Onun üzerine vâki olan kânun meydân okumadır. Müfessire vâcib olan, ehemmiyetle ona dikkat etmesidir,52 dedikten sonra, Kur’ân'ın güzelliklerinin sırları hakkında konuşurken de “bu sırlar ve nüktelerin ancak nazm ile ortaya çıkabileceğini”53 belirtir. O, nazını meselesinde Abdülkâhir el-Cürcâniye tâbi olur. Şüphe yokki ez-Zamaüşerî, Abdülkâhirin Kur’ânın i’cazının güzelliği nazariyesini ilk defa tatbike koyandır ve bunları Kur’ân’ın her sûresine sıra ile tatbik etmiştir. Şüphe yok ki ez-Zamahşerî, bu konuda en fazla Abdülkâhir’den müteessir olmuştur. Bu konuda, ez-Zamahşerînin tesiri zamanımıza kadar ulaşmış, onun koyduğu esaslar, günümüzde bile belâgat dersleri, el-Meâni, el-Beyân ve el-Bedi’ gibi üç kısımda İncelenmektedir.
Hemen hemen tefsirinin her sahifesinde bu hususlara temas edilmeden geçilmediğini görürüz. Meâni hususunda: İsmu’l İşâre, İsmu’l Mevsûl, İsim cümlesi, haberin, mübteda üzerine takdimi, tesniye, tenis, nisbe, tenkir, izmâr, fiil, ismi fâil, mefûlu bihin hazfi, bedel, nidâ, ı’câz üslûbu, tekrâr üslûbu, iltifat üslûbu, lafızlardaki gizlilik, nazım güzelliklerinin tahlili gibi konuları meâni ilmi içerisinde inceleyerek Kur’ân’ın nazmî i’cazının güzelliklerini ortaya çıkarmaya çalışır. O, Beyân ilmi içerisinde de: İstiâre, temsil, Mecâz, kinaye, Tariz, tahyil, şiir üslûbu gibi konulan ele alır. Bedi ilmi içerisinde de, cinas, müşakele, leff üslûbu, gibi konular incelenir.54
ez-Zamahşeri’ye göre, Kur’an’ın ¡'cazının diğer yönü ile onda gaybî haberlerin bulunmasıdır. O, ‘'gaybî haberlerin doğrusu mucizelerdir”55 demek suretiyle, gayb haberlerin ¡’cazına işaret etmektedir. Bunu Bakara sûresinin 23-24 âyetlerini izah ederken açıklığa kavuşturmaktadır.56 Daha sonra ez-Zamahşerî gaybî haberleri ihtiva eden âyetleri; işaret ederek, onlardaki mu’cizliği göstermeye çalışır. Mesela, Rûm suresinin 1-3 âyetlerini tefsir ederken, bu âyet, nübüvvetin sıhhatma ve Kur’an’ın Allah indinden olduğuna şehâdet eden beyyine âyetlerindendir. Onda Allahtan gayrı kimsenin bilemeyeceği gayb haberleri vardır,57 demektedir.
Akli Tefsirdeki Yeri:
Biliyoruz ki, Mutezile mezhebi akla büyük önem verir, onu yüceltir ve adeta takdis eder. Bu mezhebin bir mensûbu olan ez-Zamahşerî de şüphesiz akla ehemmiyet verecektir. Akıl, işitmekten evvel gelir. İşitmek, gaflette olan akıl için bir uyarıcıdır. ez-Zamahşerî indinde akıl, sünnete, icma ve kıyasa sebkat eder. Yusûf sûresinin 111.'i âyetinin tefsirini yaparken, dinde akla muhtaç olunduğunu, sünnet, icmâ ve kıyas gibi hususları aklî delillere dayaması bakımından akim öncelik kazandığını ifade etmektedir.58 ez-Zamahşerî, âyetleri tefsir ederken, onları açıklamaya çalışırken genellikle Kur’an’ın zâhiri manası ile ikna olmaz. Onlar üzerinde derin derin düşünür ve aklını kullanır. O, aklî düşüncede ilmi metodlara tâbi olur. Bütün ihtimalleri göz önünde bulundurarak münakaşalara girişir ve nassı tefsir eder. Sen şöyle dersen, ben de şöyle derim demek suretiyle problemleri halletmeye çalışır. Meselâ, En’âm sûresinin 108. (Allahtan başkasını, tanrı edinerek, çağıranlara sövmeyin. Sonra onlar da haddi aşarak nadanlıkla Allaha söverler) âyetini izah ederken, eğer sen, Allahtan gayrı ilahlara sövmek hâk ve tâattır, böyle bir şeyden, nehyetmek nasıl sahih olur, ancak masiyet olan şeylerden nehiy sahih olur, dersen, cevap olarak derim ki, nice ilmî taâtler var ki, onlar mefsedet olurlar, taât olmaktan çıkarlar onlardan nehiy vâcib olur. Artık onlar, taât değil mâsiyet olmuşlardır. Bir şeyin neticesi fenalıkların artmasına sebep olduğu bilinirse artık o şey mâsiyete dönüşmüş olur,59 demektedir.
Müfessirimiz akla bu kadar değer vermesine rağmen, zaman zaman, bazı ayetlerdeki ilâhi kudret karşısında nefesi kesilir aklı kısırlaşır. Mesela Furkân suresinin 59. (Allah arz ve semaları ve berikisinin arasındakileri altı günde yaratması...) âyetindeki altı günü izah etmeye çalışırken, bunun bizim bildiğimiz sayılardan olmadığını, ilmimizin onu takdirden âciz bir hikmet olduğunu, buna mümâsil bazı adetler ve âyetleri de örnek vererek, bunlara Allah kadirdir demek suretiyle aczini ifade eder.60 Yine Nûr suresinin 41. (Görmedin mi, göklerdekiler ye yerdekiler ve havada kanatlarını çarpa çarpa uçan kuşlar hakikatte hepAllah’ı teşbih ediyorlar) âyetini izah ederken, akıllıların buradaki 'İmi inceliğe ulaşamayacaklarını itiraf etmektedir.61 Demek oluyor ki, akla perestiş etmesine rağmen, onun da neticesiz ve aciz kaldığı yerler olabilmektedir.
Bazen de Allah’ın elçilerinin beşer olduklarını ileri sürerek, onlara aklın altında bir yer vererek, edebe münafi şeyler söylemek suretiyle akliyyattan uzaklaşmaktadır.62 Hâlbuki bu tâbirler kuru, akliyattan uzak şeylerdir. Şayet bu hususlar Allah’ın elçilerinden sâdır olsa, Allah onları seçer miydi? O, Bazen de âyetleri muhtelif manevî vecihler üzerine kalbederek manalandırır. Mesela, Bakara sûresinin 53. âyetini ve Enfâl sûresinin 41. âyetini tefsir ederken yaptığı gibi.63
Müellifimiz, Kur’ân âyetlerinin manaları arasında ihtilaf varmış zanlımı benimseyip Kur’ân’a ta’n etmek isteyenlere karşı Kur’ânı müdafaa ederek, onda bir tenâkuz ve ihtilafın olamayacağını bildirir.64
ez-Zamahşerî, Kur’ân ile Peygamberin yaşantısı arasındaki uygunluk üzerinde de durur. Meselâ, Mâide sûresinin 67. (Allah seni insanlardan korur) âyeti hakkında, biri dese ki, koruma nerede. Hz. Peygamberin Uhud’da yüzü yaralandı ve dişleri kırıldı. Cevaben derim ki, ayetteki korumaktan maksat, yaralanmaktan değil, katilden korumak manasınadır, demek suretiyle, Kur’ân ile Hz. Peygamberin yaşantısının mutabakatını sağlar.65
ez-Zamahşerî’nin aklî tefsirdeki ehemmiyet verdiği diğer bir husus da, nassı muhtelif manevî vecihlere kalbederken, Kur’an’dan istihraç ettiği delillere, fakîhlerin akla dayanarak yine Kur’an’dan istinbat ettikleri hüccetlere dayanmasıdır.66
Müfessirimiz delici aklını kullanmak suretiyle, Kur’ân’daki gaybî işler hakkında istihraçlarda bulunur. Meselâ Araf sûresinin 50. (Ateş yâranı cennet yâranına, suyunuzdan ve rızkınızdan biraz da bize akıtın diye feryad ederler.) âyetinde, cennetin, cehennemin üstünde bulunduğuna delil olduğunu,67 Keza Hûd sûresinin 7. (...Arş su üzerinde idi...) âyetine dayanarak, Arşın ve suyun dünya ve göklerin yaratılışından evvel yalatılmış okluğunu gösterdiğini,68 yine Nahl sûresinin 49 ve 50. âyetlerine dayanarak, meleklerin emir ve nehiy, va’id ve va’d hususunda diğer mükellefler gibi korku ve ümid arasında bulunduklarına delâlet ettiğine işaret eder.69
Bazen de, çalışmayı teşvik ve taklitten kaçınmayı işaret eden delilleri göstermeye çalışır. Meselâ, Tahâ suresinin 16. (Binaenaleyh ona inanmayan ve havâ ve hevesine uyan kimseler, sakın seni bundan alıkoymasın. Sonra belâk olursun) âyetinde, çalışmaya büyük bir teşvik bulunduğunu, taklitçiliğin açık bir şeklide zecr olunduğunu, taklitçilik ve ona tâbi olanların aşağılıklarına ve helâklarına temas edilmektedir.70
ez-Zamahşerî, Mutezile mezhebine mensup bir kimse olduğundan, mutezilenin genel prensiplerini izâh eden, tevhid, adl, menzile beyne’- Menzileteyn, e!-Va’d ve’l-Va’id, el-Emru bi’l-Ma’rûf ve’n-Nehyi ani’l- Münker gibi beş esas (usûlü hamse)ını benimseyerek, Kur’ân’ı Kerimde yeri geldikçe bu konuların savunuculuğunu yapmaya âzami gayret gösterir. Şimdi bu hususlara birer örnek vermekle iktifa edelim.
1.Tevhid: Bütün Müslümanlar bu hususa itikad ederler. Fakat mutezile bu meselede Allah’ı, mahlûkata benzetmeme hususunda son derece itina gösterir. Mesela, istivâ vech, yed, cenb gibi insanlara itlâk edilebilecek vasıfların, cismi sıfatların ve azaların Allah’a isnadını asla câiz görmez ve bunları, zatı, kudreti gibi ona lâyık olan sıfatlarla tevil etmeye çalışır.71 Ona göre gözler, Allah’ı idrak edemez. Zira Allah, cisim değildir ki, Onu idrak mümkün olsun.72 Ona göre Allah görünen ve görünmeyen bütün maddelerden münezzehtir, dedikten sonra, Yunûs sûresinin 14. (...sonra arkalarından yeryüzünde sizi halifeler kıldık, bakalım nasıl hareket edeceksiniz, diye) âyetini ele alarak, eğer sen dersen ki, Allah’ın nazar etmesi, nasıl mümkün olur. Burada mukabele manası mı vardır? dersen; derim ki, burada araştırıcı bir ilim için istiare vardır..73
Allah’ın ilmi ile kendi ilmimizin mukayese edilemeyeceğini,74 Kur’an’ın mahlûk olduğunu75 beyân ederek tevhid esasına toz kondurmamaya çalışır.
2.Adl:Bütün Müslümanlar Allan’ın Âdil olduğuna itikad ederler. Fakat Mutezile fırkası bu anlayışı derinleştirerek, Allah mahlûkunu gayesine göre yarattığını ve Allah yarattığı şeyler için hayır murad ettiğini, Şerri murad etmediğini söylerler. Bu mesele etrafında ez-Zamahşerî tefsirinde epeyce konuşmuştur. Allah dünyada kullarından hayrı murad eder ve onları onun için yaratmıştır.... demektedir76. Bu adi meselesinden zuhur eden es-Salal Fel-Aslah ve el-Husn, el-Kubh meseleleri üzerinde duran ez-Zamahşerî, Allah’ın fiillerini tahlilde ihtimam göstermiş ve bunların hepsinin bir hikmet ve maslahata mebni olduğunu söylemiştir. el-Enbiyâ sûresinin 23. (O, yapacağından mesul olmaz, fakat onlar mesul olurlar) âyetini tefsir ederken, Allah’ın fiillerinin hikmete mebni olduğunu söylemektedir.77 Onlara göre hüsn ve kubuh, eşyanın iki zâtıdn. Akıl onları idrak eder, inşa edemez.78 Allah’ın elçilerinin ehemmiyeti, gafletten aklı tenbib ve şeriatı tâlimdir. Elçiler, insanlar üzerine Allah’ın delillerinden sonra gelir.79 Hasreti Peygamber, putlara tapmaktan evvela akli delillerle, sonra da sem'i deliller kuvveti ile nehyedildi.80 Allah şerri murad etmez ve onu emretmez, O, hayrı murad eder.81 Şirk ve mâsiyeti istemez.82 Allah bir şeyi ister, Kulda Allah’ın istediğinin aksini ister. Allah Kâfirden imân etmesini ister. Onlar ise küfürlerinden dönmezler. Çünkü onlar bu husustaki iradelerinde hürdürler.83 Allah, insanların Allah’ın helâl rızkı ile rızıklanmalarını ister, onların haram rızıkla rızıklanmalarını istemez. Belki o haram riski onlar kendi çalışmalarıyla elde ederler.84 Nihayet insan, fiilinin halkıdır neticesine ulaşarak Hûd sûresinin 118. (Eğer Rabbın dileseydi insanları tek bir ümmet yapardı...) âyetini, insan irâdesinin hürlüğüne tahsis etmektedir.85 Şakaveti de, saâdeti de insan kendisi seçer86 ve nihayet mü’minlere lütuflarını verir, kâfirlere bu lütûflarını men eder. Bu, onların dalâleti ve hidâyeti seçmiş olmalarından dolayıdır. Onların hür iradelerine bir müdahale sayılmaz,87 demekle, mutezilenin adi esasını savunmaya çalışır.
3. Menzile Beyne’l-Menzileteyn:Mutezile mezhebine göre fısk ameli ile imân zâil olmaz. Böyle bir noktadan hareket edilerek, Kur’ân nâzil olduğunda insanlar iki fırka halinde idi. Biri mü’min, diğeri kâfir, ez- Zamahşerî İsrâ suresinin 9-10. (Gerçek bu Kur’ân, insanları, öyle bir şeye yöneltir ki, o en âdil ve en doğru yoldur. Güzel güzel amellerde bulunan mü’minlere kendileri için bir ecir olduğunu da müjdeler. O, âhirete imân etmeyenler için de hiç şüphesiz pek acıklı bir azâb hazırladığını, bildirir.) âyetinde, mü’minlerin iyi amellerinden bahsedilirken, kâfir olanların fıskından bahsedilmemesi nedendir diye sorulursa, cevap olarak, insanlar o zamanda ya sakınan mü’minlerdi veya müşriklerdi. Artık bundan sonra el-Menzile Beyne’l-Menzileteyn ashabı konuşmaya başladı” demektedir.88 Kur’ân nâzil olduğu sıralarda, küfür kebiresinden başka, büyük günah bahis konusu değildi. Daha sonra, müşrikler fısk kebiresini veya el-Menziletu Beyne’i-Menziletey’ni kazandılar. Şeriatte fâsık, büyük günah işleyerek Allah’ın emirleri hâricine çıkandır. İşte bunlar, Mü’min ile kâfir arasında bir grup teşkil ederler. Onlar, nikah, mirâs, gusül, cenaze namazı ve kabirlere definde mü’min hükmünde, zem ve lanet, itikat ve şehadet hususunda kâfir gibidirler, demektedir.89 Sonra ez-Zamahşerî, büyük günah sebeblerini sahabeden nakladarak şöyle sınıflar. “...Hazreti Ali Kebâir yedi sınıftır: şirk, kati, yalan isnadda bulunmak, zinâ, yetim malı yemek, muharebeden kaçmak ve hicretten sonra uzaklaşmak. İbn Ömer bunlara, sihri ve haramın helal sayılmasını da ilave etti” ve İbn Abbasın şu sözünü ilave ederek “ısrar edilirse küçük günahlar büyür, tevbe istiğfar ile de büyük günah kalmaz” demektedir.90
ez-Zamahşerî, Allah hesab gününde râzı olduğu kullarına mahsus fazileti bulunduğunu, âsi olan kullarından şefaâtı kabul etmeyeceğini ve Allah bizzat kendisi râzı olmadıkça, bütün melekler ve insanlar beraberce şefaat etseler bir fayda vermeyeceğini söyler. Müddessır sûresinin 7. (şefaat edicilerin şefaati menfaat verme?) âyetini ele alarak meleklerden ve insanlardan nebiler, şefaat edicilerin tümü şefaat etseler, Allah razı olmadıkça faydası yoktur demektedir.91
ez-Zamahşeri, tâatın büyük günahları yok ettiğine dair deliller getirir. Muhammed Sûresinin 33. (ey inananlar Allaha ve Resulüne itaat edin, amellerinizi ibtal etmeyin) âyeti nazil oluncaya kadar, kebarin iyilikleri yok etmeyeceğine inanırlardı...92 ez-Zamahşerî, kâfir ve âsî mağfiret olmamakta aynı seviyededir ve Ancak onlar tevbe etmek suretiyle af olunurlar.93
4. el-Va’d ve’l-Va’îd: Bu mesele de, mutezilenin imân ve İlâhi adâlet tasavvuru üzerine bina edilir. ez-Zamahşeri’ye göre, iman lisan ile izhâr ve amel ile tasdikten ibâret, hakka itikattır. Bunun için Bakara sûresinin 4. (Onlar sana indirilene de, senden evvel indirilene de inanırlar) âyetinde şöyle bir sual sorar. Sâlih imân nedir? Hakka inanmak, onu lisan ile açıklamak ve amelle doğrulamaktır. Bir kimse itikadı ihlâl edip şehâdet ve amel ederse o münafıktır. Şehâdeti de ihlal ederse o kimse kâfirdir. Bir kimse ameli ihlâl ederse o kimse fâsıktır demektedir.94 ez-Zamahşerî bu fikrini hadislerle de teyid etmeye çalışır. Meselâ, Âli İmrân süresinin 173. (Onlar öyle kimselerdir ki, halk kendilerine, insanlar size karşı ordu hazırladılar, o halde onlardan korkun dediklerin de, bu söz onların imânını artırdı ve Allah bize yeter, O ne güzel vekildir, dediler) âyetinde, imanın itikad, ikrar ve amel olduğunu beyân etlikten, sonra, İbn Ömer’in “Ya Resululallah imân artar ve eksilir mi? sorusuna karşı, evet sahibini cennete sokuncaya kadar artar ve sahibini cehenneme sokuncaya kadar eksilir... hadisini örnek vermesi gibi.95
ez-Zamahşerî, imânın tarifini bu şekilde yaptıktan sonra, günah işleyenin durumuna gelir. Günah işlemeyi de küçük ve büyük olmak üzere iki kısımda mütalaâ eder. Küçük olanlar hakkında vaid yoktur. Hakkında va’îd bulunanlar büyüklerdir ki, bunlar ancak tevbe ile sâkıt olur. ez-Zamahşeri’ye göre günâhların büyüklüğü veya küçüklüğü, taât, mâsiyet veya fâilini sevaba şevki yönünden büyük veya küçük olabilir, demektedir.96
5. el-Emru bi’l-Ma’rüf ve’n-Nehyü-Ani’l-Münker: Yine Müslümanların hepsi bu konuda müttefiktirler. Fakat bu hususun gaye ve tatbikatında ihtilaf halindedirler. ez-Zamahşerî, Ali İmran sûresinin 104. (Siz, iyiye çağıran, uygun olanı emreden ve fenalıktan men eden bir ümmet olun. İşte kurtuluşa erişenler yalnız onlardır) âyetini açıklarken “min” harfi cevrini ba’ziyye olarak ele almakta ve bu işin bir farzı kifâye olduğunu söylemektedir. Ma’rûf ve münkeri bilen kimseler ancak bu işi yapabilirler, bilmeyenler için bu mümkün değildir. Bu hususta hadislerden de yardım talep eder. Hazreti Peygamber minberde iken, insanların hayırlısı kimdir diye sorulduğunda, masrufu emredip münkerden nehy edenlerdir buyurması, keza, Hz. Ali’nin cihâdın en faziletlisi marufu emir, münkerden nehiy olduğunu söylemesi gibi. Yine ez-Zamahşerî indinde ma’rufu emir bazen vâcib, bazen mendûb olur. Münkerden nehiy ise sadece vâcib olur. Nehyin vücûbunun şartları beyân edilmekte ve nehiyle kimler emrolunur sualine de, mükellef ve gayrı mükelleflerin emrolunacağı belirtilmektedir.97
Buraya kadar ez-Zamahşerî’nin el-Keşşâfından vermeye çalıştığımız örneklerde, nasların zâhirine dayanarak müellifimizin mutezile mezhebinin genel prensiplerdeki yerini göstermeye çalıştık. ez-Zamahşerî zâhiri manadan başka bütün kültürünü ve bilgisini bu yolun savunması hizmetine tahsisetmektedir. Meselâ, âyetlerin anlaşılmasında ve mezhebine hizmet yönünden mantık kültürünü kullanarak hür irade meselesini inceler.98 Yine Kur’ân kıraâtlerinden istifade ederek, âsiden şefaati nefyetmeyi, mezhebine yardım edecek şekilde kullanır. Bakara sûresinin 48. âyetindeki “la yukbelu” lafzını, Katâde kıraâtında “lâ yakbelu” şeklinde olduğunu söyleyerek böyle bir neticeye ulaşır.99
Şunu unutmamak gerekir ki, ez-Zamahşerî otorite -olduğu, lugât,100 meâni ve beyân101, nahiv102 gibi ilimleri adeta mutezile mezhebinin emrine musabhar kalmıştır. En zayıf hadislerden bile mezhebi için yardım umar, ilimlerin en şereflisinin ve en yücesinin adi ve tevhid ehlinin ilmi olan, itizâlî ilmi kelâm olduğunu söyler. Bu hususda, âyetu’l-Kürsi’nin faziletine dair zayıf hadislerden medet umar.103 ez-Zamahşerî'nin mutezili olduğunu aksettiren görünüşlerinden biri de, tefsirinde muhasımlarına çatması ve onlara lanet etmesidir. Unutmamak gerekir ki, eskiden olduğu gibi genellikle bu asırda, bilhassa akide yönünden şiâ, mutezile ile müttehit halde idiler. Keşşaf tefsiri, Alevî emir îbn Vahhâs’ın işareti ve yardımı ile telif edilmiştir. Keza tefsirinde Hz. Ali'den,104 Hz. Hasan'dan,105 Hz. Hüseyin’den,106 Zeyd b. Ali'den,107 Muhammed b. el-Hanefiyye'den,108 Ca’fer es-Sadık'tan109 gerek kıraat ve gerekse tefsir hususunda pek çok rivayetler vardır.
ez-Zamahşerî tefsirine başladığı andan itibaren, Nâciye-i Adliye fırkasından olduğunu ilân eder.110 Allah’ım bizi tevhidinin ehline idhâl ettiğin gibi va’îdindende Naciye ehline idhâl et, diye dua eder.111 İhlâs sûresini mezhebine uygun olarak “Allahım, seni bilen âlimler, sana âmil olanlar, tevhidine kâil olanlar, va’îdinden korkanlar zümresinden olarak bizi haşret” duası ile nihayetlendirir.112
Mezhebini aşırı bir şekilde savunmasına rağmen, ilk devirlerdeki aşırı mutezili imamları gibi bazı meselelerde fazla bir sertlik göstermediği, hatta mutedil bir tavır takındığı da gözlerden kaçmamaktadır. Mesela, Bakara sûresinin 65. âyetinde, Mücâhid, buradaki neshin cisimlerde değil, gönüllerde olduğunu söylerken, ez-Zamahşeri, mezheb görüşüne uygun olan bu görüşe iltifat etmediği görülür.113 Bazen de kendi mezheb görüşüne muhalefet ederek, kabîr azâbının varlığını ehlisünnet üzere kabul eder,114 ve yine İbrâhim sûresinin 27. âyetini tefsir ederken “kile” lafzı ile de olsa bu âyetin kabir suali üzerine nâzil olduğunu söylemek ister ve el-Berâ b. Âzîb’in haberini nakleder.115
Nakli Tefsirdeki Yeri:
Hiç şüphe yoktur ki, bir müfessir ne kadar aklî tefsire ehemmiyet verirse versin, nakli tefsirden müstağni kalamaz. Müellifimiz de ayetleri tefsir ederken nakli tefsir bilgilerinden faydalanmaktadır. Meselâ, sebeb-i nüzûller üzerinde durur ve o haberlerin sahabeye isnadlarını ortaya koymağa çalışır. Bakara sûresinin 26. (Allah sivrisineği ve onun üstününü misal olarak vermekten çekinmez) âyetinin sebeb-i nüzûlünü el-Hasen ve Katâdeden naklen, ne zaman ki Allah müşrikler için bir mesel olarak sinek ve örümceği zikredince, Yahudiler gülmüşler ve Allah bu sözü ile neye benzetmek istiyor demişlerdi. Bunun üzerine Allah bu âyeti indirdi.116 Bazen sebeb-i nüzûlleri “kile” lafzı ile117 Bazen de “Revâ”118 lafzı ile anlatmaya çalışır. Bazen de tafsilata girmeksizin âyetlerin nüzul sebeplerini sadece arz etmekle iktifa eder.119
ez-Zamahşeri’nin nakli tefsirdeki diğer mühim bir yeri de, nesli meselesi hakkındaki görüşüdür. Nesh meselesinde bir hikmet olduğuna işaret ederek, bir âyetin diğer bir âyetle tebdilini ele almakta, Allah’ın mesâlih ve mefasidleri bildiğini, hikmete mebnî olarak bazılarını sâbit kıldığını ve bazılarını neshettiğini söylemektedir. Yine bir sual sorarak, âyetin diğer "bir âyetle değiştirilmesi kendi misli ile mi olur? yoksa gayrı ile de olur mu?. Sünnet, icma ve kıyas’da, âyeti neshedebilir mi?. Cevap olarak, Kur’ân misli ile nesh olunur, eğer sünnet açık ve mütevâtir ise Kur'ân gibidir. O da neshedebilir. Fakat sünnet mütevâtir de- değilse, icmâ ve kıyas, Kur’ânı neshedemez, demektedir.120
Zaman zaman, ez-Zamahşerî tefsirinde tenkitlere girişmeksizin âyetlerin nâsih ve mensûhlarını beyân etmeye çalışır.121 Daha doğrusu selefin bu konuda, âyette, nesh olayı vukû bulup bulmadığını nakletmeye çalışır. Bazen de Aklî metoduna tâbi olarak, tenkidci şahsiyetini ortaya koyar. Furkân sûresinin 63. âyeti hakkında Ebû’l-Âliye’den gelen nesh fikrini tenkid eder.122 Burada temas etmemiz gereken mühim bir husus, Diğer mutezilelerde ve bilhassa Muhammed b. Bahr el-Isfıhâni'de olduğu gibi, ez-Zamahşeri bizzat Kur’an’ın muhtevasındaki neshi inkâr etmemekte, kendi mezhep görüşüne muhalif olarak ehlisünnet görüşünü benimsemektedir.
ez-Zamahşerî te’vile gitmeksizin âyetleri diğer âyetlerle zâkiri manasına göre tefsir eder.123 Buralarda itizâli bir görüş bahis konusu değildir. Ona göre Kur’an’ın bazısı bazısını tefsir eder. Meselâ, Bakara sûresinin 254. âyetindeki zekâtı terk edenlerin zâlimler olduğunu açıklarken, diğer âyetlerin açıklamasından istifade eder.124
Müellifimize göre, Kur’ânın bazı âyetleri bazılarını tefsir ettiği gibi sünnet de onu tefsir eder. Mesela Nahl suresinin 89. (Her şeyi açıklayan kitabı sana indirdik) âyetini tefsir ederken, eğer Kur’ân nasıl her şeyi tebyîn eder diye sorarsan, derim ki, her şeyi açıklamanın inanası dini işlere âit demektir, bu da nassın, nassı izahı veya Rasule ittiba emredildiğine göre onun sünneti demektir. Ve, Daha sonra da ashabın yıldızlar gibidir, hangisine tâbi olursanız hidayeti bulursunuz''' hadisini zikreder.125 Bundan sonra ez-Zamahşerî’yi, Peygamberin hadisleri, sahabe ve tâbiîlerin ileri gelenlerinden şâhidler getirirken görürüz. Daha da ileri giderek, anane ve isrâili rivayetlere bulaşmış olan diğer tâbiilerden de “ve fi'l-Hadis” başlığı altında rivayetlerde bulunur. Hatta kendinden evvelki mutezilî imamlardan nakiller yapar.
ez-Zamahşerî’nin, nakli tefsirdeki diğer mühim bir yeri de, Kıssalara âit âyetlerin tefsirinde, bazı selefleri ile ihtilafa düşmesidir. Bilhassa Enbiyanın ismeti hususunda şiddetli davranmasıdır. Mesela, Hz. Süleyman kıssasındaki, suretlere secde etmek gibi olaylara, Allah’ın nebisinin müsaedesinin mümkün olamayacağını söylemektedir.126 Keza mezhep görüşüne muhalif olmayan, akidesine dokunmayan hususlarda, ustûre ve hayale benzeyen haberler dahi olsa onları tenkit etmez, kıssaların tenkidini dahi mezhep görüşü açısından ele alır.127
Kıraât İlmindeki Yeri:
ez-Zamahşerî âyetlerin tefsirinde kıraâtten yardım talebinde bulunur. Meselâ, Bakara sûresinin 226. âyetindeki "faû lafzının okunuşunu, Abdullah’ın kıraâtından istifade ederek, o dört ay içerisinde dönerlerse, manasını vermektedir.128 Yine o, tefsiri vecihleri takviye için, kıraatlere itimad eder. Mesela, Âli İmran sûresinin 81. ayetini izâlı ederken dört vecih üzerinde durur; dördüncü vecihde, ehli kitab nübüvvete biz daha lâyıkız demelerine, İbn Mes’udun kıraatinin delalet ettiğine işaret eder.129 ez-Zamahşerî, lügât cihetinden, kıraâtle âyetin mana ihtilafına tesirini beyân etmeye çalışır. Nahl sûresinin 7. ayetinde “bi şıkki” veya “bi şakki” şeklinde “şın” harfinin kesre veya fetha ile okunuşu sebebiyle âyetin alacağı manayı inceler.130 Bazen de âyetteki iki kıraâtı beyân eder.131 Bazen de Kıraâtte lugavi farkları arzeder.132
ez-Zamahşerî, âyetin arkasında, maden servetleri gibi gizlenmiş olan muhtemel muhtelif manaları ortaya çıkarmak için kıraâte dalar ve tefsire hizmet için bu kıraâtlerden faydalanmaya çalışır. Mesela, Bakara sûresinin 10. (... yalan söylemekte oldukları için de onlara acıklı bir azab vardır) âyetini tefsir ederken âyetteki “yekzibûn” kelimesinin “yükezzibûn” şeklinde de okunabileceğine işaret ederek, münâfıkın durumunu, hangi tarafa tâbi olacağını kestiremeyen mütereddit koyuna benzetmektedir.133 Keza eş-Şuarâ sûresinin 137. âyetindeki “huluk” kelimesini “halk” şeklinde,134 Lokmân sûresinin 6. âyetindeki “li yudille” lafzını “li yadille” şeklinde okunuşu135 ile zuhûr edecek manalar üzerinde durur. Bazen de iki kıraât arasından uygun olanını tercih eder. Meselâ, Kehf sûresinin 5. âyetindeki “kelimeten” kelimesinin “kelimetun” şeklinde merfu da okunacağını, nasb halinde okunursa temyiz olacağını, ref halinde fail olacağını belirttikten sonra, nasb halinin daha kuvvetli ve beliğ olduğunu söyler ve tercih eder.136
ez-Zamahşerî, Kur’ânın güzel üslûbunu muhafaza eden ve manasını kuvvetlendiren, kıraâtı diğerlerine tafdil eder. Âli İmrân sûresinin 180. âyetindeki “ta’lemûn” lafzının “ya’lemûn” şeklinde de okunabileceğini söyledikten sonra “ta” ile okunursa iltifat tariki olacağını, bunun va’îdi daha iyi belirttiğini, “ya” ile okunursa zâhiri olduğunu söylemek suretiyle, te ile okunuşu tercih eder.137
Eğer kıraât, Kur’an’ın güzellik üslûbundan ve manayı kuvvetlendirmekten hir şeyler kaybettirirse, böyle bir kıraâtı reddeder ve diğerlerini tercih eder. Meselâ, Bakara sûresinin 96. âyetindeki “hayât” kelimesinin nekre olarak okunmasını, Ubeyyin “el-Hayat” şeklinde ma’rife okumasına tercih ettiği gibi.138
ez-Zamahşerî, kıraâtı zaptederken nahiv ilmine ihtiyaç olduğunu göstermeye çalışır. Bakara sûresinin 284. âyetini izah ederken, oradaki okunuş şekillerindeki farklılıkları, nahiv ilmini bilmemekten ileri geldiğini söyler.139 Keza yine ez-Zamahşerî, nahiv kaidelerine uymayan bütün kıraâtları reddeder. Meselâ, Ahzâb suresinin 53. âyetindeki “Gayre Nâzirîn” terkibini İbn Ebî Able “taâm” ın sıfatı olarak “gayrı nâzirîn” şeklinde mecrûr okur. Fakat ez-Zamahşeri bunu kabul etmez.140 Yine aynı sebepten dolayı İbn Âmir kıraâtını bile reddeder.141 Genellikle Şazz kıraâtler üzerinde durur.
Fıkıh ilmindeki yeri:
Daha evvel ez-Zamahşerî’nin hayatından bahsederken, fıkıhta Hanefî Mezhebi üzere olduğunu, mezhebi ile iftihar ettiğini ve onu methedici sözler söylediğine işaret etmiştik. Fakat ufku geniş bir âlim olması bakımından, aşırı bir taassub göstermeyerek, Hanefi olmasına rağmen, başka mezhepleri de tafdil ettiği görülür. Meselâ, Bakara suresinin 237. âyetini tefsir ederken, Hanefi ve Şâfiî mezheplerinin görüşlerini serdettikten sonra, hakkı ziyadesiyle tesmiye etmesi ve zâhiri sıhhati bakımından Şâfi’i mezhebi görüşünü benimser.142
ez-Zamahşerî, bazen tafsilata girişmeksizin, sadece fıkhî görüşleri arz eder. Meselâ, Bakara sûresinin 184. âyetini açıklarken hastalık hakkındaki ihtilafları sıralamaya çalışır.143 Bazen de kendi görüşünü ortaya koyar Bakara sûresinin 196. (Haccı da Omreyi de Allah için tam yapın) âyetinin açıklamasını yaparken, Omrenin vucûhu hakkında delil var mı? suâlini sorduktan sonra, emir her ikisinin tamamlanmasıdır. Fakat bu hususta delil bulunmadığını söyler, hac ve Ömre hakkındaki haberleri sıralar.144
ez-Zamahşerî tefsir ilminin hizmetinde olarak, fıkhî münakaşalara girişmiştir. Meselâ, Bakara sûresinin 173. (O size ölüyü, kanı, domuz etini, bir de Allah’tan başkası için kesileni katiyen haram kıldı. Fakat kim bunlardan yemeye mecbur kalırsa, saldırmamak ve haddi aşmamak şartıyla, onun üzerine günah yoktur...) âyetini tefsir ederken, balık ve çekirgenin de ölülerden olduğunu, hâlbuki bunların yenmesinin helâl olduğunu sorarsan şeklindeki suale verilen cevaplarda olduğu gibi.145
Yine o, Kur’ân âyetlerini, fıkhi görüşlerle tahlil etmeye çalışır. Enbiyâ suresinin 78, 79. âyetlerini tefsir ederken, Dâvûd ve Süleyman peygamberlerin, bir mesele hakkında verdikleri hükümleri tahlil ettikten, sonra, böyle bir meselenin İslâm şeriatında vukû bulması üzerine, Ebu Hanife ve Şâfii mezheplerin de meselenin nasıl halledilmesi gerektiğini söyler ve Dâvut şeriatı ile İslâm şeriatı arasında bir irtibat kurmaya çalışır.146 Yine Kasas sûresinin 127. (iki kızımdan birini, sen bana sekiz yıl çalışırsan, nikahlamak istiyorum) âyetinde, temyiz etmeksizin iki kızdan birini nikahlamak nasıl sahih olur, şeklinde bir sual sorar ve cevabını da, nikah akdedilmiş değil ki demek suretiyle cevaplandım. Nefsini mehilolarak icare etmesi nasıl mümkün olur diye başka bir soru daha sorar ve bu hususta Hanefî ve Şâfii mezhebi görüşlerini ser d ederek, âyeti tahlil etmeye çalışır.147
ez-Zamahşerî bazen de, şeriatın hikmetini beyân eder. Meselâ, Nûr suresinin 4. âyetini izah ederken, kâfir, olan kimse kazifde bulunsa da sonra küfründen tevbe etse, onun şehâdeti Ebu Hanife indinde kabul edilirken, Müslüman olupta kazifde bulunan kimse, bu kazfinden tevbe etse, şehâdeti kabul edilmemektedir. Bu durumda küfür halinde iken kazifde bulunmak, Müslüman olarak kazifde bulunmaktan daha ehven oluyor, gibi bir sual sorar. Cevap olarak, Müslümanlar küfür sebebi ile ayıplanmazlar. Hâlbuki kâfirler düşmanlık ve batılılıkla tan edilirler. Kâfirin kazfı, fenalıklarının, yanında bir hiç olduğundan buraya ilhak edilemez. Bu bakımdan Müslüman olan kâzife, daha şiddetli hareket edilir, demektedir.148
Dil İlmindeki Yeri:
ez-Zamahşerî’nin tefsiri tetkik edildiğinde, onda görülen diğer millimi bir hususiyet, ez-Zamahşeri’nin bir dil âlimi olarak görünmesidir. 0, Kur’ân lafızlarım Arap’ın bildiği gibi arz etmeye çalışır. Çünkü Kurum Arapçadır ve manaları da Arap dilinin manalarına uygundur. Bakara 178. âyetini açıklarken, "Ufiye” kelimesinin Kitapta, sünnette ve insanların kullanışını da nazarı dikkate alarak izah etmeye çalışır.149 ez-Zamahşerî, Allah’ın kelâmını semâ yolu ile Araplardan işitip, açıklamaya çalışan ilk dilcilerin yolunu takib eder. Bu sebepten Arap beldelerini ve sahralarını dolaşmıştır. Kıyamet suresinin 22-23. (yüzler o günde parlak, Rablarına bakıcıdır) âyetini, insanlar arasında tavakku ve ümit manası ifade ettiğini vermeye çalışır.150 Müellifimiz, müteradif olan iki Kur’ân lafzının manevî ince yönlerini ortaya kovmak suretiyle ayırt eder. Bakara sûresinin 17. âyetinde “Ziya” ve “Nâr"’ kelimelerini tefrik ederken, ziya ışığı ziyade olana ilenir, demek suretiyle Yunus sûresinin 5. (Allah güneşi ziya, ayı nûr kıldı) âyetini delil olarak getirir.151 Keza “nasab” ve “luğub” kelimelerinin farklılığını güzel bir şekilde eder.152
ez-Zamahşerî ince bir dilcidir. Zümer sûresinin 23. âyetindeki “takşairru” keza “müzebzeb” ve “teezzene” kelimelerinin izahında gösterdiği incelik, onun bu sahadaki vukufuna delalet etmektedir.153
Nahiv İlmindeki Yeri:
Bir nahiv âlimi olarak ez-Zamahşerî, Kur’ân’ı izâh edebilmek için, nahiv sanatının ta gerilerine ulaşan irabi bağlantıları arz etmiştir. Bu arada manalara değer verir. Nahvi hükümleri beyân etmek ve manevî farkları göstermek için irab takdirleri yaptığını görürüz. Kur’ân tefsirine hizmet, manalarım tanzim edecek şekilde Kur’ânın nahvî meseleleri ile meşgul olur. Meselâ. Âli İmrân sûresinin 111. âyetindeki “lâ yun-sarune” lafzının niçin cezm etmeyip, ref olunduğunu, her iki durumda ne gibi mana farkının bulunduğunu izâh etmeye çalışır.154
ez-Zamahşerî, Kur’an’ın tek bir âyetindeki manevi tertibe özen gösterdiği gibi. Kur’an’ın manevi tenâsübüne de riâyet eder. Bakara sûresinin 23. âyetindeki “min mislihi” kelimesindeki zamirin merciini ya “mimına nezzeluâ” ya, veyir "abdinâ” ya taalluk edebileceği üzerinde ince münakaşalara girişir.155 O, irab hükümlerini arz ettiği gibi, Kur’an’ın manalarım ve manalardaki tertibi de ortaya koyar. Nasıl, Hâşim, Sakîf, Temim denilince, bunlardan kavimleri murad olunuyorsa, Müminun sûresinin 49. âyetindeki “Muse'l-Kitabe” den maksat “Kavmin Musa’t-Tevrat” demek suretiyle mananın siyakına dikkat gösterir.156 Onun indinde nahiv, mananın hizmetindedir. Mâide sûresinin 106. âyetini izah ederken “izâ hadara’’nın şehâdet için zarf olduğu “hine’l- vasiyye” ondan bedel bulunduğu, buradan da vasiyyetin vücûbuna delil olacağını çıkarmaktadır.157
ez-Zamahşerî, nahivden istifade ederek Kur’ânı müdafaa eder. Nisa sûresinin 162. âyetindeki “el-Mukimîne’s-Salâte” lafzındaki mukimine kelimesinin, namazın faziletini beyân için medh üzerine nasbedildiğini söyler ve bunun şahitlerini getirir.158
Edebteki Yeri:
ez-Zamahşerî’nin edib bir kimse olduğuna, hayatından bahsederken temas etmiştik. Onun diğer eserlerinde göstermiş olduğu incelik ve edebî zevki, Kur’ân tefsirinde de göstereceği tabiîdir. ez-Zamahşerî, nassı övme hususunda hissi ve ruhu ile birlikte yaşar ve sonra bize dönerek manalara dalar ve nassın bâtinî manasından nefis için şifâlar taleb eder. Mesela, Bakara sûresinin 2o. âyetini açıklarken, dünya meyveleri ile cennet meyvelerinin benzerliklerinin maksadı nedir? Hâlbuki cennet meyveleri başka bir cinse benzemez, şeklinde bir sual sorduktan sonra, insanın ruhî olarak meluf olduğu şeyler arasında fazilet bakımından ayrılık ve farklar bulunsa dahi, zahiri meziyetleri bakımından ona yakınlık gösterir ve ona rağbet eder. Mesela, dünyada bir ağacın gölgesinden nasıl istifade etti ise, Cennette de ağacın gölgesinden istifadeyi düşünür. Gerek gölgenin mahiyeti ve istifadesi değişik olsa bile, dünyadakini hatırlaması bakımından benzerlik arz eder.159 Kezâ, Ali İmran sûresinin 36. (... Allah onun ne doğurduğunu daha iyi bilici iken: Rabbim hakikatte ben onu kız olarak doğurdum...) âyetini izâh ederken, böyle bir sözü niçin irâd etti gibi bir sual sorar ve cevap olarak ta, ümit ettiği şeyin aksi çıkışının bir tehassürü ve hüznü neticesi olduğunu beyân etmeye çalışır.160
Güzel şeyler ve dini âtıfetler karşısında coşan bir şahsiyyete sahip olması, ez-Zamahşeri’nin en mühim edebî yönlerinden biridir. Ona göre sanaat, ıslah edicidir. Şiir, musibete götürmeyen makbûl olan şiirdir. Meselâ, Şuarâ sûresinin 224—226. (şâirlere gelince onlarda sapıklıklara uyarlar. Onların her vâdide ifrata düştüklerini ve onların dâima yapamayacakları şeyleri söylediklerini görmedin mi? Ancak imân edip iyi amelde bulunanlar, Allah’ı çok ananlar... böyle değildir) âyetlerini ele aldığında, inancı, Allahı zikri, Kur’ân okuması, şiirine galebe çalan, şiir söylediklerinde Allah’ı öven ve onu birleyen, hikmet ve mevizesini ortaya koyan Rasûlünü, ashabını ve ümmetin salihlerini medheden şâirleri bu kötü taifeden, istisna etmektedir.161
ez-Zamahşerî, âyetlerin manalarını tefsir edici şiirleri ortaya koyar. Bunlara, tefsirinin hemen hemen her sahifesinde rastlanır. Meselâ, Nisa suresinin 24. âyetini tefsir ederken “mâ meleket eymânukum” kimlerdir. Bunları açıklayıcı mahiyette, Farazdaktan aldığı beyit gibi.162 Dilcilerin tahdid ettiği gibi sadece cahiliyye devri şâirlerinden değil de, İslam devrindeki şâirlerin şiirlerinden de deliller getirir. Meselâ Ebû Nuvas163 ve el-Mütenebbi164 gibi. Bazen de kendi nazmettiği divânından örnekler verir. Fakat burada âdetindendir ki, şiirleri kendine nisbet etmez, bazılarının inşâd ettiği demek suretiyle kendi şiirini serdeder.165
ez-Zamahşerî, bazı âyetlerin önünde, edebî kültürünü gösteren edebî istidratlar yapar. Bunları, âyetin tefsirini açıklamayı hizmet gayesiyle ifa eder. Meselâ Nisâ sinesinin 37.'(.... Onlar, Allah’ın lütfü inayetiyle kendilerine verdiğini gizleyenlerdir...) âyetini izah ederken, Hârun er-Reşid’in âmillerinden birinin, hükümdarın sarayı hizasına bir saray yaptırdığını istidraten bahsetmektedir.166 Bazen de bu istidratları, Kur’an’ın beşer kelâmı üzerine faziletinden bahsederek tenkidlere girişir. Meselâ, Ebu’l-Alâ’yı tenkid ettiği gibi.167 Bazen de ihtar kabilinden nükteleri de vardır. Meselâ, Alî İmran suresinin 161. (... kim böyle, hâinlik ederse kıyamet günü hâinlik ettiği o şeyi yüklenerek gelir. Sonra herkes ne etti ve ne kazandıysa eksiksiz ödenir. Onlar haksızlığa uğramazlar) âyetini izâh ederken, bedevi sert Araplardan biri, meşhur olan miskden çalar, bu âyet kendisine okununca, o halde bana ağırlığı az, kokusu güzel şey yüklenir demek suretiyle, âyetteki inceliği fark etmediğini anlatmak ister.168
Psikoloji ve Rûh terbiyesindeki Yeri:
ez-Zamahşeri’ye göre Kur’an’ın hayatla sıkı bir ilgisi vardır. Bu bakımdan O, sadece tefsir edilmiş bir söz veya teorik tefsir dersi kitabı değil, o hem din, hem de dünya kitabıdır. Aynı zamanda o, rûh terbiyesinin pratik ders kitabıdır. Bundan dolayı, o bir Yahudi’nin ölümü ile kesilecek ineğin bazı parçalarının vurulmasından, va’z ve dersler istihraç eder.169 0, yeme ve içme konularındaki tavsiyelerinden dolayı Kur’ân ve sünneti över. Araf sûresinin 31. (yiyiniz içiniz israf etmeyiniz) âyetini tefsir ederken şöyle bir hikaye anlatır. Harun er-Reşidin hazık nasranî bir doktoru vardı. Bu, bir gün Alî b. Huseyn b. Vâkıd’a, kitabınızda tıp ilminden bir şey yok, ilim ikidir, beden ilmi, din ilmi diyorsunuz, diye sorar. Ona cevap olarak, “Allah Taâla tıb ilminin tamamım, Kitabında yarım âyette topladı” der. O hangisidir deyince (Yiyiniz, içiniz israf etmeyiniz) âyetidir. Sonrada bu münakaşa hadislere intikal eder.170
Bazı âyetleri tefsir ederken, hayat tecrübelerinden de istifade ederek faydalı neticeler çıkarmaya çalışır, İbrâhim sûresinin 13-14. âyetlerini izah ederken, komşusuna eziyet eden kimsenin halini, zamanında yaşanmış olaylarla isbat etmeye çalışır.171 Keza, ez-Zâriyât sûresinin 26. âyetini tefsir ederken, misâfir, âdabı üzerine eğilir.172 Bazen de zamanındaki sosyal durumu tenkid eder. Kehf sûresinin 34-36 âyetlerini tefsir ederken, fiilleri sözlerine uymayan birçok zengin Müslümanlar görürsün diyerek, Müslümanların halini tenkid eder.173
ez-Zamahşerî, her hususta müsaâde isteme adabını ihmal edenlere iyi gözle bakmayarak, Nûr sûresinin 27. (ey imân edenler kendi evlerinizin haricindeki evlere ancak müsaâde aldıktan sonra giriniz...) âyetini tefsir ederken, din esaslarından ne kadar çok miktarı, insanlar indinde mensûb bir şeriatmış gibi, işlenmeleri terk olundu, demek suretiyle hayretini ifade etmeye çalışmaktadır, işte izin taleb etme de bunlardan biridir. Mesela, evindesin, kapıdan izin istemeksizin, ne İslami ve ne de câhili bir selâm vermeksizin aniden bir kimsenin girmesi gibi bir hareketi, söylemekle devrinin sosyal bir bozukluğunu göstermeye çalışmaktadır.174 Yine o, yeminlerinde Allah’ın ismi ile şirk koşanları levmeder.175
ez-Zamahşerî, fakirleri mahrûm edip, hediyelerle sultanlara yaklaşan münâfıkları tenkid eder. Meselâ, Nahl sûresinin 62. (Onlar, Allaha kendilerinin bile hoşlanmamakta oldukları şeyleri isnâd ederler, diller de yalan yere en güzelin, muhakkak kendilerine hâs olduğunu söyler) âyetinin tefsirinde, sultanlara verilen öğünülecek şeyler yanında, bana verdiğiniz bu kırık dökük şeyler nedir? Sorusuna utanmayacak mısınız, demektedir.176 Yine O, zamanın bazı kadılarını, Hûd sûresinin 45. âyetini tefsir ederken tenkid eder.177 Bazı ayetlerle zamanının hâdiseleri arasında münasebet tesis eder. Meselâ, Ankebût sûresinin 12. (O kâfirler, imân edenlere dediler ki, bizim yolumuza uyun da sizin günahlarınızı biz yüklenelim) âyetini tefsir ederken, güya İslâm ile isimlenmiş olup, dostlarına büyük günahları işlemeyi teşçi edenleri görürsün. Onlar bu işi işle, günahı benim boynuma derler. Cehaletlerinden ve umumi zayıflıklarından dolayı, tazminat vermeye girişenler, gibi nica mağrur kimseler mevcuttur, demektedir.178
ez-Zamahşerî, âyetlerin tefsirinde, takvanın nasıl renklendiğini ortaya koyarak, va’az, tergib ve terhib örnekleri verir.179 Kezâ, Mülk sûresinin 27. âyetini tefsir ederken, bazı zâhidlerin gecenin başlangıcında namazlarında bu âyeti okudukları ve sabah namazına çağırılıncaya kadar bunu ağlayarak düşündüklerini nakletmektedir.180 Va’zu nasihat için takvâya davet ve teşvik yolunda sûrelerin faziletleri hakkında mevzu hadisleri dahi kullanmıştır. Genellikle sûre sonlarındaki, sûrelerin fâziletlerine dâir olan haberler mevzudur. ez-Zamahşerî mutezile mezhebinin mücadele ettiği, zâhiri tecsimle kötülenmiş hadisleri delil getirmekte eksiklik görmez. Mademki burada gaye va’z ve tergibdir, bunlar kelâm ve mezhebi cedel sahasına girmez. Zayıf hadis onun indinde hedefe, ulaşmaya vesiledir. Bu şekildeki savunması, Beytullaha mücavir oluşundan ve dini âtıfetinden olduğu umulur. Bakara sûresinin sonunda zikrettiği haberler gibi.181
Keşşâf Tefsirinin Fikri Hayata Tesiri:
ez-Zamahşerînin eserleri, kendinden sonraki ilmi ve edebî hayata şüphesiz büyük tesirleri olmuştur. Bilhassa tefsiri, Mutezilî fikirleri ihtiva etmesi bakımından tenkide tâbi tutulmuş, Kur’an’ın İ’câz yönünün en güzel örneklerini meânî ve beyân yönünden vermiş olması bakımından da, kendisinden sonra gelen her müfessir tarafından okunmuş ve adeta kapışılmıştır.
Evvela tenkidcilerin tenkidlerine bir göz atalım: Bunlardan biri olan İbn Haldun (Ö. 808/1406), Onun tefsirdeki dil ve belagat yönünü medhederken, eseri, mutezile akidesini ihtiva ettiğinden, Ehli Sünnet ulemasının, tefsirinden çekinilmesi icâb ettiğini, lisan ve belagattaki bilgisine rağmen, ifade etmektedir. Eğer Ehli Sünnet mezhebine iyi bir şekilde vâkıf olan bir kimse, Onun itizalî sözlerinden emin olacak kapasitede bir bilgiye sahip ise, tefsirini mütalaa etmesinde ve dil bakımından olan inceliklerden faydalanmasında bir beis yoktur, demektedir.182 Keza yine İbn Haldûn, dil ve belagat yönünden Keşşafın yerini tayin etmeye çalışır. Kısacası İbn Haldûn Keşşafın i’caz yönünden fenni araştırmadaki meziyetini takdir eder. Fakat bütün bu sihirli güzelliğinin Mutezile mezhebi hizmetinde kullanılmasına dikkati çeker.
İbn Teymiyye (Ö. 728/1328) de, el-Keşşâf hakkında şöyle der. “bâtıl olan bir tefsir, ancak batılılığı birçok yönlerden açık olarak görünebilen tefsirdir. Mesela, bunlar bazen, sözlerindeki fesât ile bazen de Kur ’ânı tefsir ettikleri şeylerdeki fesatları ile zâhir olur. Bu, ya sözleri üzerine delil veya muarızlarına verdikleri cevaplardır. Bunlar, fasih ve güzel ibarelerle sözlerindeki bid’atı gizlerler ve insanların ekserisi bunları bilemezler. Keşşâf sahibi ve benzerleri gibi. Onlar, bâtıla inanmayan birçok kimseleri, Allah’ın dilediği nisbette bâtıl tefsirlerinden istifadeye teşvik ederler.183 Kısacası İbn Teymiyye, Keşşâf tefsirinde insanların gâfil bulundukları gizli bid’at ve zehirli bir fesâhât görür.
Tacuddin es-Sübkî (Ö. 771 /1369) ise, Keşşâfı şu sözleri ile tenkid eder. “Muhakkak, Keşşâf muazzam bir kitaptır. Musannifi ise bu sanaâtte imamdır. Fakat o bid’at ehlindendir. Bid’atını açıkça ortaya koyanlardandır. Nübüvvetin derecesini düşürür, Ehli Sünnet ve’l-Cemaatten kötü bir edeple bahseder. Keşşafdaki bu gibi şeyleri tümünü soyup atmak vâcib olur, dedikten sonra, babasının Keşşâfı okurken, birdenbire onu okumaktan vazgeçtiğini ve bu vazgeçişinin sebebi hakkında bir risale yazdığını ve bu makalede, Onun, Peygamber hakkında birçok yerde kusûr ettiğini söyler ve ancak o tefsire bakmayı Ehli Sünnet metodunu iyi bilen ve kaderi şüphelerden müteessir olmayacak kimseler bakabilir” demektedir.184
Nizâmuddin el-Kummî en-Neysâbûrî (IX yüzyılbaşı) tefsir mukaddimesinde “Kitabım, er-Râzinin tefsir-i Kebirinden ve şâir tefsirlerde bulunmayan garip ve güzel nükteleri ihtiva eden Keşşâftan cemedilmiştir. Keşşaftan, muteber hadis mecmualarına uyan hadisleri aldık. Sûrelerin faziletlerini ihtiva eden haberlerini almadık. Zira bunlar tenkid edilmiştir, demektedir.185
Saduddin et-Teftezâninin talebesi olan Şeyh Haydar (Ö. 830 /1427) Keşşaf haşiyesinde, ez-Zamahşerî’yi, Evliyaullaha, Rasüllerine ve Ehli Sünnete taân etmesi bakımından tenkid eder.186 es-Suyûti (Ö. 911 /1505), Ömer el-Bulkinî (Ö. 805 /1403)nin görüşleri ile kendi görüşlerini naklederek Onun, dil ve belagat yönünden üstadlığını kabul ederler. Fakat itizâli fikirlerini ve mevzu hadislerini münakaşa konusu yaparlar. Zaten el-Bulkinî, el-Keşşâfdan itizâlî konuları münakaşalı bir şekilde aldığını belirtir.187
Doğuda ve Batıda ez-Zamahşerî pek çok kimse tarafından, gerek itizâlî fikirlerinden ve gerekse, Peygamber ve Ehli Sünnet hakkındaki edep dışı sözlerinden ve gerekse, zayıf ve mevzu haberlere istinad etmiş olmasından dolayı tenkidlere uğramışsa da, Onun ilmi olgunluğunun zirvesini teşkil eden, hicri Altıncı asırdan günümüze kadar aklî hayata heyecan veren, gayesi geniş, münakaşalara yol açan, üzerine bol miktarda haşiyeler, şerhler ve ihtisarlar yazılan bu eser her zaman ve her mekânda kadru kıymetini muhafaza etmiştir. el-Keşşâfa kısmen veya tamamen haşiye ve talika yazanlar, onu telhis edenler, Ondaki bazı müşkilleri halletmeye çalışan eserler, Ondaki hadisleri tahriç edenler, şevâhidden olan beyitlerini ş'erhedenler, haşiyeleri üzerine haşiye yazanlar o kadar çoktur ki, bu da, onun şöhretine delâlet eden en mühim delillerden biridir.188 Kısaca el-Keşşâf bazı kusurları bertaraf edilirse, dil ve belagât yönü ile tanınmış, meâni ve beyân ilimlerinde kendinden sonra gelen yazarların kaynağı olmuş, hemen hemen hiç kimse ondan müstağni kalamamıştır.
Kısacası el-keşşaf’, lüzumsuz metinler ve haşviyyattan hâli olması, İsrâiliyat ve kıssalardan sâlim bulunması, Arab dili ve Üslûbu yönünden manalarnıa i tim ad edilmesi, el-Maâni ve’l-Beyân ilimleri yönünden âzamî gayreti göstermesi, Kur’an’ın I’câz yönünü tahkik ve isbât için belagât nüktelerine ehemmiyet vermesi, maksadını izah edebilmek için suali cevaplı bir yolu tâkib etmesi yönlerinden temayüz etmiş, âyetleri mutezile mezhebine göre tatbik etme gayreti, şâzz kıraat hikâyelerine dalması, bazı mütevatir kıraâtlere hücum etmesi, sûre sonlarına, o sûrenin faziletine dair mevzu hadisleri koyması cihetiyle’de ayıplanmış bir tefsirdir. ez-Zamahşerî şu beyti ile tefsirini methetmektedir.
Dünyada tefsirler sayısızdır
Onların hiçbiri Keşşâfım gibi değildir
Eğer hidayeti taleb etmek istersen onu oku
Cehalet hastalık gibidir, Keşşâf da şifa..
Dipnot:
1. ez-Zamahşeri’nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi için aşağıdaki kaynaklara bkz: Yâkût er-Rûuıî, Mu’cemu'l-Udebâ (D.S. Marj oliouth neşri) VII. 147-151.; Mu’cemu’l-Buldân, Beyrut 1376/1957, III. 117.; cl-Eııbâri, Nüzl.etu’l-EUbbâ fi Tabakâti’l-Udebâ, Kahire, 1386/1967, s. 391-393; es-Suyûtî, Buğyciu’l-Vuât, Beyrut, Dâru’l-Ma’rifc, s. 388.; İbn Halikân, Vefeyâtu’l- A’yûn, Kahire, 1948, IV. 254-260.; es-Scnı’ûnî, el-Ensâb, Haydarâbâd, 1966/1386,VI.315-316.; Keşiduddin Vatvât, Nâmchâyı Kjşidun din, Tahran 1960,s. 188-190.; Mirza Muhammed Hâtısârî, Ravzâtn’l-Cennât fi Ahvâlil-UIemâi ve’s-Sâdât, Tahran, 1390, VIII. 118-127.: İbn Kesir, el-Bidâye ve’n-Nihâye, Beyrut, 1966, XII. 219.; ez-Zehebî, Mizânu’l, I’tidâl, Mısır 1382/1963, IV. 78.; Tezkiretu luffâz. Haydarabât 1377/1958, IV. 1383.; İbnu'l-Hacer, Lisâna l-Mizân, Hay- darâbal, 1331, VI. 4.; İbnu'l-Esîr, el-hâmilfi’t-Târih, Matbaatn'l-Istikâme, IX. 8.; İbn Tangnberdi, en-Îcâmuz-Zâhire fi Mülâki Alısr ve 1-K.âhire, Kahire 1353/1935., îbıııı I-Cevzî, el-Muntazam, Haydarabât, 1358. X. 112.; es-Suyûtî, Tabakâtu'l-Müfessizin, Leiden 1839, s. 41.; ed-Dâvûdî, Tabakatu’l-Müfessizin, Mısır 1392/1972, II. 314-316.; Ebûl-Fidâ, Kilâbu’l-Muh- tasazfi Ahbâzi l-Beşez, Mısır 1325, III. 16. ; el-Kureşî, el-Cevâhizu’l-Mudiyyefi Tabakalı l-Hanefiy- ye, Haydarabât 1332, H. 160-161.; Izzuddin b. 1-Esîr, el-Lübâb fi tehzibi'l-Ensâb, Kahire 1356, I. 506-507.; Şihâbuddin Ahmed b. Muhammed el-Makkari et-imsânî, Ezhâzu'z-Riyâd fi Ah- bâzi Iyâz, Kahire 1361/1942, III. 282-283.; el-Loknavî, el-Fevâidu’l-Bchiyye fi Tezeâcimi’l-Ha- ntfiyye, Mısır 1324, s. 209-210; Kâtib Çelebi, Keşfuzzunun, İstanbul 1943, II. 1475-1484. ; İsmail Paşa el-Bağdâdî, Esmâu’l-Müellifih, İstanbul 1951, II. 402-403.; Scrkis, Mu’ccmu’l-Malbuâli’l- Azabiyye, Mısır 1346/1928,1. 973-976.; İbnu’l-Imâd el-Hanbelî, Şczezûtuz-Zeheb, Beyrut, Mektebe tu’t-Ticârî, IV. 118-121.; ez-Ziriklî, el-A’lâm, Beyrut 1389/1969 (Üçüncü tabı). VIII. 55.; Ömer Hiza Kahhâlc, Mu’cemu’l-Miiellifîn, Beyrut, 1376/1957, XII. 186-187.; Encyclopédie deIslam,IV. 1273—1275. ; C. Brockclmann, GAL, I. 289, Suppl,507—513. ; Mustafa Sâvî el-Cüveynî, Menhccü’z-Zamahşezi fi Tefsizi’l-Kuzân ve Beyânu I’câzihi, Mısır 1959.; Dr. Selim en-Naîmî, (ez-Zamahşerinin, Rebi’u’l-Ebzâz’ım tahkikli olarak neşretmiştir) Bağdat 1976 (Mukaddime); Dr. Derviş el-Cundi, en-Nazmu’l-Kuz’ân fı keşşaf i’z-Zamahşezi, cl-Kahire: 1969.; er-Zürkâni, Menâhi lu l-Izfân,Mısır 1372, I. 538; ez-Zehebi, et-Tefsiz ve'l-Müfessizün, el-Kâhire 1381 /1961, I. 429-482.
2. Albtha Çin’de ince çakılı bol olan geniş alanın adıdır.
3. Aldihane Arabistan yarım adasının güneyinde geniş bir çölün adıdır. Güneyinde Hadremevt ve Yemen, doğusunda Ummana kadar ulaşan 130.000 km2 bulan geniş bir alanda yayılmıştır. Temim ülkesi toprakları bu çöl civarında bulunurdu.
4. (Kâf)ın kesri ve (râ)nın kesri ve şeddesiyle (İtmül-Kırriyye) şeklin de okunur. Emevi Devleti zamanında yaşamış olan fasih kimselerden biridir, Haccâc onu katletmiştir. Adı Eyyüp.
5. Bu tabiri tefsirinde sık sık kullanır. Mutezile fırkasını kasteder.
6. Altmış ile yetmiş arasındaki yaşa verilen addır.
7. Hilafet müddeti iki sene üç ay dokuz gündür veya iki sene dört aydır.
8. el-Keşşâf el-Kahire 1373/1953, IV. 659.
9. Vefeyât, IV. 255-256, Şezerât, IV. 120, Tarihu Ebi’l-Fidâ, III. 16.
10.el-Keşşaf,IV. 136.
11. Aynı eser, III. 276, III. 16.
12. Aynı eser, II. 71.
13. Aynı eser, II. 536.
14. Bu konuda mukayeseli bilgi için bkz. Menfıecu z-Zamahşerî fi t-Tefsîr s. 80-85.
15. en-Nücûmu’z-Zâhire, IV. 168, bkz. Keza, Menkecü’z- Zamahşerî, s. 85-89.
16. el-Keşşâf, I. 223, 296, 305, III. 200. -
17. Aynı eser, III. 203, 205, IV. 137.
18. Aynı eser, II. 268.
19. Aynı eser, I. 306-307.
20. Aynı eser, II. 482.
21. Aynı eser, II. 404.
22. el-Keşşâf I. 87.
23. el-Keşşâf, I. 99, 109, 450.
24. Aynı eser, V. 273.
25. Aynı eser, I. J90.
26. Aynı eser. T. 143, III. 162.
27. Aynı eser, III. 162.
28. Aynı eser, IV..177.
29. Aynı eser, II. 347, 399. 437, III. 7.
30. Aynı eser. I. 16. 19. 20. 50. II. 115.
31. Aynı eser, III. 278.
32. Aynı eser II. 369.
33. Aynı eser, I. 22.
34. Ayın eser. I. 17.
35. Aynı eser, T. 179.
36. Aynı eser, III. 7.
37. Aynı eser, 111. 31.
38. el-Keşşâf. IV. 519.
39. Aynı eser. III. 425. IV. 71.
40. Aynı eser, III. 284.
41. Aynı eser. III. 254.
42. Aynı eser, I. 502.
43. Aynı eser, I. 238.
44. Aynı eser. I. 361.
45. Aynı eser, I. 348.
46. Aynı eser, I. 321.
47. Aynı eser, II. 78.
48. Aynı eser. II. 77.
49. Aynı eser, I. 269.
50. Aynı eser, III. 470.
51. el-Keşşâf; II. 273, 300.
52. Aynı eser, III. 49.
53. Aynı eser, IV. 104.
54. Meûni, beyan ve bedi' konularında örnekleri ile daha fazla bilgi almak için, bkz. Menhecu’z-Zamahşerî fi’t'Tefsir s. 219-201.
55. 0el-Keşşâf, IV. 270.
56. Aynı eser, I. 77.
57. Aynı eser, 111. 368, diğer ilmekler için bkz. I. 125, 500. II. 459, IV. 274.
58. el-Keşşâf, II. 397.
59. Aynı eser, II. 44.
60 el-Keşşâf. III. 227-228.
61. Aynı eser. III. 193.
61. Aynı eser. III. 193.
62. Aynı eser, II. 313, III. 223-228.
63. Aynı eser, 1. 104-105.
64. el-Keşşâf I. 176, 261.
65. Aynı eser, I. 514.
66. Örnekler için bkz. Aynı eser, I. 63, 232, 405.
67. el- Keşşaf-, II. 85.
68. Aynı eser, II. 297.
69. Aynı eser, II. 475.
70. Aynı eser, III. 44.
71. Bu örnekler için bkz. Aynı eser, III. 40, 344, IV. 355, 265.
72. Aynı eser, II. 42-43.
73. el-Keşşâf, II. 262.
74. Aynı eser, III. 346.
75. Aynı eser, II. 414, 539-540.
76. Aynı eser, III. 323-324.
77. Aynı eser, III. 87, IV. 197, 437.
78. Aynı eser, II. 247.
79. Aynı eser, ı. 458.
80. Ayın eser, IV. 138.
81. Aynı eser. I. 70.
82. el-Keşşaf, II. 470-471.
83. Aynı eser, IV. 203.
84. Aynı eser, IV. 196.
85. el-Keşşaf, II. 342, III. 212-213
86. Aynî eser, II. 428-429.
87. Aynı eser, II. 492.
88. el-Keşşaf, II. 508.
89. Aynı eser, I. 89-90.
90. Aynı eser, II. 389.
91. el-Keşşâf, I. 102, 227-228, IV. 524.
92. Aynı eser, IV. 260-261.
93. Aynı eser, I. 377-378, 459.
94. Aynı eser, I. 30-31.
95. el-Keşşâf, I. 340.
96. Aynı eser, I. 389.
97. el-Keşşâf, I. 304-307.
98. Aynı eser, II. 165.
99. Aynı eser, I. 102.
100. Aynı eser, II. 123.
101. Aynı eser, I. 288.
102. Aynı eser, III. 471, IV. ,288-289.
103. el-Keşşâf, I. 230-231
104. el-Keşşâfi I. 223, 296, 305, III. 200.
105. Aynı eser, IV. 223.
106. Ayın eser, IV. 562, II. 580.
107. Aynı eser, IV. 325, 333.
108. Aynı eser, IV. 361.
109. Aynı eser, III. 203, 205, IV. 137.
110. Aynı eser, I. 264.
111. Aynı eser, III. 338.
112. Aynı eser, IV. 654.
113. Aynı eser, I. 110.
114. Aynı eser, I. 345.
115. Aynı eser, II. 431-432.
116. el-Keşşâf, I. 84.
117. Aynı eser, I. 184.
118. Aynı eser, I. 196.
119. Aynı eser, I. 244.
120. el-Keşşâf II. 494.
121. el-Keşşâf, I. 467-468.
122. Aynı eser. I. 376, III. 230.
123. Aynı eser. II. 336.
124. el-Keşşâf, I. 228, 269,-328.
125. Aynı eser, II. 489.
126. Aynı eser, IV. 73.
127. Aynı eser, II. 582.
128. el-Keşşâf I. 204,
129. el-Keşşaf, I. 290
130. el-Keşşaf, II. 462-463.
131. Aynı eser, III. 402.
132. Aynı eser, III. 248.
133. Aynı eser, I. 47.
134. Aynı eser, III. 257.
135. Aynı eser, III. 388.
136. Aynı eser, II. 549
137. Aynı eser, I. 343, II. 476.
138. Aynı eser, I. 125.
139. el-Keşşâf, I. 253.
140. Aynı eser, ITI. 438.
141. Aynı eser, II. 55.
142. el-Keşşaf I. 217-218
143. el-Keşşaf, I. 170.
144. Aynı eser, I. 180-181
145. Aynı eser, I. 161.
146. el-Keşşâf. III. 101.
147. Aynı eser. III. 318.
148. Ayın eser, T11. 169.
149. el-Keşşâf, I. 167.
150. el-Keşşaf IV. 529.
151. Aynı eser, I. 55.
152. Aynı eser, III. 485.
153. Aynı eser, IV. 66, I. 449, II. 421.
154. Aynı eser, I. 308.
155. Aynı eser, 1. 74.
156. Aynı eser, III. 149, I. 460.
157. el-Keşşâf, I. 535.
158. Aynı eser, I, 457.
159. Aynı eser, I. 81.
160. Aynı eser, I. 273.
161. el-Kcşşâfı III. 271.
162. Aynı eser, I. 384.
163. el-Keşşâf, III. 473.
164. Aynı eser, II. 362, IV. 513.
165. Aynı eser, I. 87-88.
166. Aynı eser, I. 394-395.
167. Aynı eser, IV. 544-545.
168. Aynı eser, I. 335.
169. el-Keşşâf, I. 114-115.
170. Aynı eser, II. 79.
171. Aynı eser, II. 424.
172. Aynı eser, IV. 319.
173. Aynı eser, II. 563.
174. el-Keşşâf, III. 179.
175. Aynı eser, III. 246.
176. el-Keşşâf, II. 478.
177. Aynı eser, II. 312.
178. Aynı eser, III. 350.
179. Aynı eser, IV. 114.
180. Aynı eser, IV. 467.
181. Aynı eser, 1.255-256.
182. ibn Haldûn, Mukaddime, Matbaatu’l-Beliyye, Mısır, s. 382-383. keza s. 508.
183. İbn Teymiyye, Mukaddime fi Usuli't-Tefsir, Dımaşk, 1936. s. 22.
184. Menhecıt'z'Zamahşeri, s. 263-264.
185. Tefsiru Neysâbûrî(Taberi tefsiri Kenarında) I. 4-6.
186. Keşfuzzunûn,s. 1482-1483.
187. el-Itkân, II. 191 Keşf-üz-Zünun,9. 1475.
188. Keşşaf tefsiri üzerine yazılan, haşiyeler, telhisler ve diğer hususlar için yazılan eserler hk. bilgi için bkz. Keşf-üz-Zünun,II. 1477-1484; Tefsir Tarihi, II. 291-293; Menheaz-Zamahşeri,s. 268-275; Rebiu’l-Ebrâr,s. 19.; Encyclopédie de îslâm,IV. 1273-1275; GAL.I. 289, SupplI. 507-513.
Kaynak: Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi Cilt 26, sayı 1, s.59-96, Yıl:1984
Not: Bu makalede yer alan görüşler yazara aittir ve Urvetü'l Vuska'nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
Mustafa YILMAZ
Bugün Puthanede İbrahimiz! Yarın Ne Olacağız?
Urvetü`l Vuska - Tüm hakları saklıdır. ® 2014 - Sitede bulunun içerikler ve analizler kaynak gösterilerek alıntılanabilir. Networkbil.Net